“Ofsayt nedir sorusuyla bilgimizi ölçmeye kalkıyorlar”
Kadına yönelik şiddetin her geçen gün daha çok arttığı şu dönemlerde, cinsiyetçi söylem ve uygulamalarla mücadele her zamankinden fazla önem kazanıyor. Cinsiyetçi uygulama ve söylemlere, en fazla rastlanan yerlerden biri de kuşkusuz spor camiası.
Kadın sporcuların başarıları küçümsenirken, medyada seksist özellikleriyle ön plana çıkarılıyorlar. Başarıları tebrik edilirken bile ayrımcı bir dil kullanılıyor. A Milli Erkek Basketbol Takımı “12 dev adam” diye anılırken, A Milli Kadın Basketbol Takımı “potanın perileri” oluveriyor mesela.
Aslında burada bile “eril dil”in etkileri görülüyor. Kadın sporcular, erkekler kadar desteklenmezken, iş görüşmelerinde özel hayatları sorgulanıyor. Toplumsal dışlayıcılık ve küçümsemeler de cabası.
Örneğin, kadın antrenörler, hala “Ofsayt nedir?” sorusuyla sınanmaya çalışılıyor. Karşılaştıkları cinsiyetçi söylem ve yaklaşımları, sporcu Elif Numanoğlu ve teknik direktör Özgür Gözüaçık, Atölye BİA’ya anlattı.
“Bazen sağır olup sadece koşmak gerekiyor”
Elif Numanoğlu (25), yedi yıldır koşucu olarak yarışmalara katılıyor.
Son bir yıldır da patika koşularıyla ilgileniyor. Yıllar boyunca birçok cinsiyetçi yaklaşımla mücadele ediyor Numanoğlu.
En çok da bazı insanların başarılarını güzel olmasıyla ilişkilendirmesinden şikayetçi. Çünkü o, spora yedi yaşındayken voleybol ve jimnastikle başlıyor, başarılı olmak için çok çalışıyor. “Bazı insanlar başarılarımın emeğimle değil, güzel olmamla ilgili olduğunu ima ediyor” diyor ve ekliyor:
“Ben ve ailem bu durumu hiç önemsemiyoruz çünkü bazen sağır olup sadece koşmak gerekiyor diye düşünüyorum.”
“Kadın olunca sınırı keskin çizmek zorundasınız”
Bir dönem antrenörlük de yapan Numanoğlu, erkek öğrencilerin başta kendisini ciddiye almadığını belirterek, şöyle devam ediyor:
“Bir süre sonra hocam deyip, farklı şekillerde yaklaşıyorlar. Sesimin inceliğinden midir bilemem ama kadın olunca sınırı keskin çizmek gerekiyor. Böylesi bir durumda da istediğin şeyleri yapamaz hale geliyorsun.”
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu Numanoğlu. Çeşitli medya kuruluşlarındaki spor programlarında yapımcılık ve sunuculuk yapıyor. Dolayısıyla spor medyasındaki ayrımcılığın da ilk elden tanığı. Katıldığı iş görüşmelerinde cinsiyetçiliğe maruz kalıyor. Hatta bazen özel hayatının sorgulandığı oluyor. Bu ayrımcılıklar nedeniyle iş bulmakta zorlandığını söylüyor.
“Erkeklere oranla iş bulmak daha zor”
Türkiye’de erkek futbol takımı çalıştıran ilk kadın antrenör olan Özgür Gözüaçık (39) ise sporcular tarafından önyargıyla karşılandığını anlatıyor.
19 Mayıs Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu (BESYO) mezunu olan Gözüaçık, Türkiye’nin ilk UEFA B lisans sahibi olan kadın antrenörü. Mesleğinin zorlukları bir yana, en çok da kadın olduğu için uğradığı ayrımcılıklarla mücadele etmek zorunda kalıyor:
“Yöneticiler tarafından yeterince desteklenmememiz bir kenara, toplum tarafından da ‘Ofsayt nedir?’ sorusuyla bilgimiz test edilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla kendinizi ispat edene kadar işiniz kolay olmuyor.”
Gözüaçık da Numanoğlu gibi iş görüşmelerinde birçok ayrımcı söylemle karşılaşıyor. “Bizim için erkek meslektaşlarımıza oranla iş bulmak daha zor” diyor.
“Spor kurumu bir ayna”
Peki, spordaki cinsiyetçi uygulamalar ve söylemler nasıl besleniyor? Bu nasıl önlenebilir?
Bakırçay Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Talimciler, sporun sosyolojik bütünün bir parçası olduğunu hatırlatıyor ve “Spor kurumu aracılığıyla yaşadığımız toplumsal yapının minik bir minyatürünü inceleme imkânına sahip oluruz. O, aslında bir ayna ve o kusurlu aynada kendinizi seyredersiniz. Sporun içinde yapıldığı kültürden beslendiğini ve o kültürü beslediği gerçeğini aklımızdan hiç çıkartmamalıyız” diyor.
Talimciler’e göre, cinsiyetçilik öğretisi ailede başlayıp arkadaş çevresinde ve okulda süren anlayışların ürünü olarak bireyleri şekillendiriyor.
“Üzerine basa basa anlatmak gerekiyor”
Sporda yaşanan cinsiyet ayrımının tesadüf olmadığını belirten Talimciler, “Spor inşa edilen bir süreçtir ve tarih boyunca spora dair yaklaşımlarda erkek egemen ideolojinin de etkisiyle kadınlar ikinci planda tutulmuşlardır. Örneğin, sporun Antik Yunan’daki karşılığında yarışanlar kadar seyredenlerin de sadece erkekler olması tesadüf değil. Hatta Modern Olimpiyat Oyunları’nı yeniden tesis etmeye uğraşan Pierre De Coubertin, kadınların yarışmamasını teklif etmiş fakat olimpiyat komitesi üyeleri bunu reddetmişlerdir” diyor.
Cinsiyetçiliğin ve kullanılan eril dilin, şiddet ve bayağılıktan beslendiğini vurgulayan Talimciler, söylemlerin ve hareketlerin de ataerkil ideolojik kalıpları yeniden ürettiğini söylüyor ve ekliyor:
“Kadınlar, toplumsal hayatın bütün alanlarında olduğu gibi sporda da var olduklarını ortaya koymak zorunda bırakılmamalı.”
Talimciler’e göre, bu algı toplumsal hayatın bütün kılcal damarlarında üzerine basa basa, hiç bilmeyen birine anlatıyormuşçasına anlatılarak kırılabilir.
Dolayısıyla bize de spor ve cinsiyetçilik üzerine daha fazla kafa yormak, konuşmak, daha çok yazıp çizmek düşüyor…