Covid-19’un ‘beden’lerle kurduğu ilişki: Anticorps
Paris’in çağdaş sanat müzelerinden Palais De Tokyo’da ziyaretçiyle buluşan ve Koki Tanaka, Kate Cooper, A. K. Burns gibi sanatçıların eserlerinin yer aldığı “Anticorps” sergisi, Covid-19 salgını sürecinde yürürlüğe giren önlem ve yasakların, bedenimiz ve bedenlerle kurduğumuz ilişkide ne tür bir rol oynadığını irdeliyor.
“Ne kadar gözenekli olduğumuzu unuttuk mu?”
Anticorps, açılış gününe özel ücretsiz gezebilme şansı bulan ziyaretçilerini şu açıklamayla karşılıyor:
“Karantina deneyimi ve dünya çapında sosyal ve fiziksel mesafenin benimsenmesi, bedenlerimizin kapalı birimler olduğu fikrini yeniden gözden geçirmemizi sağladı. Gerçekte ne kadar gözenekli olduğumuzu unuttuk mu?”
“Kırılganlığımızın farkına varmak, bedenler, evler, sosyal çevreler ve ülkeler etrafında sınırların, çitlerin ve engellerin yükselmesini tetikledi. Bu durum, sınıf ayrıcalığı ve risklere maruz kalma söz konusu olduğunda zaten var olan eşitsizlikleri artırdı. Ancak kamusal ve özel arasındaki derinleşen ayrılıkta, aslında eskisinden daha çok dokunduğumuzun ve dokunulduğumuzun farkına vardık, bu da bizi yakınlıklarımızın yanı sıra bağlantılarımızı da yeniden tanımlamaya zorluyor.”
Azınlıklaştırılan gruplar
Koki Tanaka eserinde, anti-beden kavramını yalnızca biyolojik bir anlam üzerinden yorumlamıyor. Anti-beden aynı zamanda yabancı olan, yaşı, engeli, sosyal sınıfı ya da etnik kökeni üzerinden yabancılaştırılan beden olarak karşımıza çıkıyor.
Bir ebeveyni yabancı olan dört insanı ve hikâyelerini bir araya getiren Tanaka, beraber yapılan günlük aktiviteler, paylaşımlar ve tartışmaları kayıt altına alıyor. Bu esnada anlatıcılar yaşadıkları ayrımcılığın ve toplumdan dışlanma hissinin üzerine gidiyorlar; bedenlerini, homojen toplum yaratma idealine meydan okuyan bir bireysellik ve görünürlük üzerinden tartışıyorlar. Tanaka, yalnızca azınlıklaştırılan grupların uğradığı şiddetin değil, aynı zamanda yeni direniş ve dayanışma yöntemlerinin de tartışılabileceği bir alan yaratıyor.
Dolaşan virüs, dolaşan bedenler, dolaşan hikâyeler
Ghita Skali, Palais de Tokyo’nun içinde farklı alanlara dağıtılmış ve yer yer koliler içerisinde sunulan kurutulmuş melisa otu yığınlarıyla yer alıyor sergide. Yaklaşık 200 kilo ağırlığındaki bu otları Skali, Ali Baba Express olarak tanıttığı bağlantıları aracılığıyla ve el altından sokuyor Fransa sınırlarına. Skali’nin eseri materyal üretiminden ziyade Fas’tan Fransa’ya ulaşma hikâyesi ile dikkat çekiyor.
Bu kapsamda Skali, istenmeyen bir virüsün bedende dolaşması gibi istenmeyen göçmen bedenlerinin, hikâyelerinin, kültürlerinin ve ürünlerinin de dolaşımda olduğuna ve bunun engellenemeyeceğine işaret ediyor. Ziyaretçilerin verilen ufak poşetlerle melisa otundan alması da serbest.
Dijitalleşen yakınlıklar
Özgür Kar, beyaz, parlak bir çizgiyle hatları çizilmiş bir bedenin içine sıkıştığı büyük bir siyah ekranla çıkıyor karşımıza. Önce bu bedenin sırtını, sonra da sırtında yürüyen karıncaları görüyoruz.
Özgür Kar dikkatleri parlak televizyon ve telefon ekranlarının bedenlerde yarattığı uyuşma ve karıncalanmaya çekiyor. Enstalasyon, özellikle sosyal mesafe önlemlerinin artmasıyla birlikte, sözsel iletişimin yanı sıra bedensel iletişimin de ağırlıklı olarak dijital teknoloji araçlarıyla gerçekleşiyor olmasını irdeliyor.
Kar ziyaretçilere şu soruları yöneltiyor: “Yüksek çözünürlük, kişilere gerçekten temas yanılsaması verebilir mi? Vücutlara dokunmak, akıllı telefon ekranlarının kaydırılmasıyla mı sağlanacak? Tenimizin sınırı, ekranlarımızın yarattığı bölgelere kadar uzanıyor mu?”
Bedenlere nüfuz eden yalnızca virüs değil
Kevin Desbouis ziyaretçilere beş halkanın kafası olmayan bir bedeni hatırlatacak şekilde çizildiği bir geçici dövme sunuyor. Desbouis’nin bu halkaları, Fransa eski İçişleri Bakanı Christophe Castaner’nin Şubat 2019’da katıldığı bir çocuk programına gönderme yapıyor.
Sarı Yelekliler eylemlerinin çocuklarla konuşulduğu bu programda Castaner, tahtada çizili olan bir insan bedeni üzerinden polisin, bedenin hangi kısımlarını hedef alma hakkı olduğunu işaretliyor.
Desbouis böyle bir bilginin çocuklara verilmesi üzerinden, devlet şiddetinin bedenimize çok erken yaşlardan itibaren nüfuz etmeye başladığının altını çiziyor. Salgın kapsamında güçlendirilen denetim mekanizmalarının, bedenler üzerinde pekiştirdiği otoriteye dikkat çekiyor. Ziyaretçilerin bu dövmeleri de alması serbest. Böylece olası bir polis saldırısı sırasında bedenlerinin hedef alınmasını istedikleri yeri kendilerinin belirlemesi teşvik ediliyor.
Bir virüs olarak toplumsal cinsiyet klişeleri
Kate Cooper ise “Infection Drivers” (Enfeksiyon Sürücüleri) adlı video ile sergide. Video şöyle tanıtılıyor:
“Cooper’ın videosu, bir şişip bir sönen yarı saydam bir takım elbise giyen ve cinsiyet kodlu bedenlerin abartılı klişelerini uyandıran bilgisayar üretimi bir kadını gösteriyor. Bu ikinci derinin, kendisiyle çatışma halinde olan kadın bedenini koruduğu mu yoksa incittiği mi belli değil.” Cooper biyolojik bedenin yalnızca bir virüsle değil, içine hapsedildiği toplumsal cinsiyet rol ve kalıpları ile olan mücadelesini de irdeliyor.