MENÜ
ANA SAYFA
Pencereyi Kapat
“Sabahattin Ali kitaplarının ucuza satılması değerini azaltmaz” - Atölye BİA
Kitap
2 Mart 2019
Kitap
2 Mart 2019

“Sabahattin Ali kitaplarının ucuza satılması değerini azaltmaz”

Okuma Süresi: 8 dk
112. yaş günü ve ölümünün 70. yılında Sabahattin Ali'nin gündem olan telif haklarını Yapı Kredi Yayınları editörü Sevengül Sönmez'le konuştuk.

25 Şubat, Sabahattin Ali’nin doğum günüydü. Bu yılın 112. doğum yıldönümü dışında özel bir anlamı var.

Şimdiye dek kitapları Yapı Kredi Yayınları (YKY) etiketiyle yayımlanan Sabahattin Ali‘nin ölümünün 70. yılı olan 1 Ocak 2019 itibarıyla eserleri üzerindeki telif hakkı kalktı ve birçok yayınevi yazarın kitaplarını basmaya başladı.

Bu durumu kimileri olumlu karşılanırken kimileriyse tepki gösterdi. “A’dan Z’ye Sabahattin Ali” kitabıyla dikkatleri üzerine çeken; Sabahattin Ali’nin bütün eserlerinin eleştirel basımını yayımlayan, mektuplarını bir araya getiren, öykülerinden bir seçki hazırlayan ve diğer kitaplarının da editörlüğünü üstlenen Sevengül Sönmez’le Sabahattin Ali ve telif hakları üzerine konuştuk.

Sabahattin Ali eserlerinin bir market zincirinde 3,95 TL’ye satılmasını yazarın emeğine ve hatırasına yapılan bir saygısızlık olarak değerlendiriyor musunuz?

Hayır, değerlendirmiyorum. Çünkü 3,95 TL’ye A101’de değil de 5 TL’ye Migros’ta satıldığında da durum farklı değildi.

Türkiye’de kitap satabileceğimiz başka bir nokta yok ve kitapçıların sayısı çok az. Mevcut olan zincir mağazalar çok korkunç baskılarla ve taleplerle yayıncılardan kitap alıyorlar. O yüzden biz çok uzun zamandır markette kitap satıyoruz.

Ben bu konudaki eleştirileri biraz gereksiz buldum. Zaten Migros’ta satılıyordu kitaplar, A101’de satılması mı sorun oldu? İnsanları neyin rahatsız ettiğinin farkındayım. Marketin reklam biçimi sorun yaratmış olabilir. Bu da bir talihsizlik ve reklam kazası olmuş. Eğer edisyonunda bir sorun yoksa ve metinler de eksiksizse A101’de 3,95 TL’ye satılmasının eserlerin değerini azaltacağını düşünmüyorum.

Ve duyduğum kadarıyla da metinlerde hiçbir problem yokmuş.

Eserlerin ucuza satılmasının okur sayısının artışına bir etkisi olur mu sizce?

Bunu bilmiyorum. 5 milyona yaklaşan rakamlardan bahsediyoruz ve bunların büyük çoğunluğunun tekil kitaplar olduğunu düşünsek de hem halk kütüphanelerinden hem de okul kütüphanelerinden en çok ödünç alınan kitap Kürk Mantolu Madonna. Yani biz 5 milyon kitap sattıysak aslında 20 milyon insanın okuduğunu varsaymamız mümkün.

Ama şöyle bir durum var; sonuçta her yayıncının farklı bir dağıtım ağı var. Belki ucuza değil de o dağıtım ağının bir parçası olarak daha çok yere ulaşma ihtimali olabilir.

Az önceki market örneğinde olduğu gibi daha çok yayılabilir ama çok belirgin bir şekilde okur sayısını arttıracağını düşünmüyorum. Zaten şunu da gördük; 1 Ocak’tan bu yana birkaç tane fuar geçti, okuyucu yine kitapları YKY’den almayı tercih ediyor.

Sabahattin Ali eserleri yine YKY’nin çok satanları arasında olmaya devam edecek.

“Çok derin ve etkileyici bir dili var”

Yayın haklarının Yapı Kredi Yayınları’na ait olduğu süre boyunca toplam baskısı neredeyse 5 milyona yaklaşan Sabahattin Ali eserlerinin çok satmasını neye bağlıyorsunuz?

Türkiye toplumu kitaplar konusunda çok uzlaşmacı değildir. Her kesimin, her dünya görüşüne sahip olan okurun birleştiği ve birlikte hareket edebildiği bir kitap genelde olmaz.

Bu anlamda Kürk Mantolu Madonna, Türkiye’deki herkesin üzerinde hemfikir olduğu kitaplardan biri oldu. Bütün kitleleri buluşturan ve gençlerin de sosyal medya üzerinden birbirlerine tavsiye ederek yaygınlaştırdıkları eserlerden biri haline geldi.

Bunun öncesi de var. Ben 2003’ten bu yana Sabahattin Ali kitaplarıyla ilgileniyorum. Biz bu kitapları tanıtmak için, bu eserleri tekrar görünür kılmak için ne tür etkinlikler, söyleşiler, geziler vs. yapabiliriz diye oturduk konuştuk. Burada bir yayınevinin, bir yazarın bütün eserlerine sahip çıkması açısından çok önemli bir arka plan var.

Böylece Türkiye’de uzun yıllar boyunca yapılmayan bir yayıncılık ve kitabı kuşatan bir iş yapmış olduk. Sabahattin Ali’nin en çok Kürk Mantolu Madonna’sı sevilmişti. Ardından mektuplar geldi.

O romanı sevenler Canım Aliye, Ruhum Filiz’i de çok severek okudu. İçimizdeki Şeytan’ı severek okuyanlar ya da önemseyenler Markopaşa Yazıları’nı da önemsedi.

Bu şekilde birbirine eklediğimiz bir süreç oldu. Öte yandan Sabahattin Ali’nin çok kolay okunan, derin ve etkileyici bir dili var. Hayat hikâyesi de insanlara bir şekilde dokunuyor. Sanırım bütün o duygusal yoğunluklar da birleşti. Hem yayıncılık anlamında yaptıklarımız hem eserlerin kendi söyledikleri hem de insanların eserlerde buldukları cevher ve öte yandan da hayat hikâyesinin ve yaptığımız çalışmaların etkisine bağlıyorum.

“Kamu yararı tanımlanmalı”

70 yılı geçmiş eserlerin telifsiz basılmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Karışık şeyler düşünüyorum. Bu, dünyadaki bir telif kanununun 1965 Bern Yasası’yla bizim tarafımızdan da kabul edilmesiyle ilgili olan bir durum.

Sanatçı 90 yaşına kadar yaşamışsa üzerine 70 yıl daha koyduğunuzda neredeyse torununun çocuğuna kadar geçen bir mirastan ya da ekonomik kazançtan bahsediyorsunuz fakat sanatçınız 41 yaşında devlet tarafından öldürülmüşse üzerinden geçen 70 yıl başka bir şeyi ifade ediyor. Kanunun değiştirilebileceğini düşünüyorum ama bunu söylerken de kaygı verici uygulamalara gidebileceği için temkinli davranmaya çalışıyorum.

Çünkü olumlu ve olumsuz örnekler değişebilir. Devlet kamu yararına diyerek bir yazarın telif hakkını 70 yıldan 50 yıla da indirebilir ki yapılmış örnekler var. Necip Fazıl’ın ailesiyle hükümet arasında Necip Fazıl isminin kullanılmasıyla ilgili olarak yakın zamanlarda başlayan bir tartışma sürüyor. Bu tür durumlarda telif kanunu hükümetlerin de yapmak istediklerini engelleyen bir şeye dönüşüyor.

O yüzden bu durum münferit örneklerden yola çıkarak şöyle olsun böyle olsun diyebileceğimiz bir mevzu değil. Kamu yararı denen şey kamunun neresi? Yararın da ne olduğunun tanımlanmasını gerektirir. Sonra bir bakarsınız ki yaşayan yazarların hakları bile kamu yararına ellerinden alınabilir. Dünyadaki örneklerde özel durumlar var.

Antoine De Saint Exupery’nin Küçük Prens’inde böyle bir uygulama var. Saint Exupery, Fransa’da savaş sırasında öldüğü için milli bir kahraman sayılıyor ve dünyada kamusallaşmasına rağmen Fransa’da haklar kamusallaşmadı. Başka uygulamalara gidiliyor ama bunlar hem yazarı hem de kamuyu koruyan uygulamalar olduğu için niyetler ve yararlar açısından bir yeri var.

Sabahattin Ali’nin ölüm haberi ailesine 1949 yılında verilmesine rağmen kitapları Bakanlar Kurulu kararıyla 1965 yılına kadar yasaklıydı. Bu noktada baktığımızda Sabahattin Ali eserlerinin 70 yıl olan telif hakkı süresi ölüm haberinin verildiği 1949 yılında mı yoksa kitaplarının basılmasına izin verildiği 1965 yılından mı başlamalı?

Sabahattin Ali’nin ölüm haberi 1949’da veriliyor fakat aile 1957’ye kadar veraset ilamı çıkartmayarak Sabahattin Ali’nin ölümünü kabul etmiyor.

Defin belgesi ve mezar yeri gibi bilgiler olmadığı için aile 1957’de artık Sabahattin Ali’nin geri gelmeyeceğini kabul ederek veraset ilamını çıkartıyor. Sabahattin Ali’nin kitapları için 1947’de ve 1948’de Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmış iki yasak var. Elbette bu yasaklar nedeniyle ve yaşanan korkunç olaylar yüzünden de Sabahattin Ali’nin eserleri 1965’e kadar yayımlanmıyor.

Yani 70 yıllık sürenin neredeyse 18 yılında Sabahattin Ali’nin ailesi telif alamıyor. Bırakın telif almayı bu eserler ve Sabahattin Ali’nin adı unutturulmaya çalışılıyor. Kültür Bakanlığı için hazırladığım dosyada da belirttiğim gibi bence süre tashihinin en azından 1957’deki veraset ilamının çıkarıldığı sürenin göz önünde bulundurulmasıyla yapılması mümkündü.

“Ya hâlâ yasaklı olsaydı?”

Markopaşa yazılarında Sabahattin Ali’nin şöyle bir cümlesi var: “Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun bu halkın yararına yahut zararına yaptıkları işlerden hesap versinler.” Sabahattin Ali cinayetiyle ilgili devletin hesap vermemesi açısından değerlendirildiğinde eserler sizce kamusal olmalı mı olmamalı mı? Eserlerin kamusal olması Sabahattin Ali’ye yapılan bir haksızlık olarak yorumlanabilir mi?

Sabahattin Ali’ye onu 41 yaşında öldürerek o kadar büyük bir haksızlık yapılmış ki… Bir insanın yaşam hakkını elinden almaktan daha büyük haksızlık olur mu? Bu noktada eserlerin kamusallaşmış olmasını bu kadar büyük bir haksızlığın yanına koymaktan öte şöyle bir şey var ve ilginç olan şu; Türkiye toplumunun ne kadar ikiyüzlü olduğunu anlamak açısından çok önemli geliyor bana süreç.

Herhalde 80’lere kadar Sabahattin Ali, Türkiye’de sol, Marksist, komünist hareketlerin, işçilerin, sosyalistlerin, direnişçilerin ve sendikaların sahiplendiği bir yazar olarak Markopaşa’da söylediği tüm şeylerle ve Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi isimlerle beraber yarattığı keskin muhalefet ortamı ile Türkiye’nin sakıncalı isimlerinden biri olarak yer aldı.

70’li yıllarda onca yasaklılıktan sonra bir evden Sabahattin Ali kitabı çıkması halinde olabilecekleri tahmin ediyorsunuzdur. 1965’te serbest olmasına rağmen 1965’ten ve 1970’ten sonra darbeler zamanında Sabahattin Ali kitapları hâlâ suç unsuru sayılabilirdi.

Böyle bir noktada düşünceleri dünyayı değiştirmek üzerine kurulu olan bir adamın eserlerini, büyük bir aşk hikâyesi diye tanıtmak ya da kapağa Kürk Mantolu Madonna için güzel bir kadın çizimi yapıp bu anlamda bağlamından veya zihindeki yerinden kopararak yayımlamak ve bunu kamusallaştırmak bana çok ikiyüzlüce geliyor.

Yayınevleri Sabahattin Ali’nin biyografisini sunarken öldürüldüğünü, cesedinin parçalandığını ve mezarının olmadığını söylüyorlar mı mesela? Yayınevleri böyle bir teslimiyetle hareket edebiliyorlarsa ne âlâ.

Yazar solcu ama zaten şu anda hayatta değil ve zararsız o yüzden metinlerini basalım diye bakmak faydacı görünüyor. Hayatta olsaydı ya da hâlâ yasaklı olsaydı, ki olabilirdi, kamusallaşacak mıydı acaba? Sabahattin Ali’nin yasağı hiçbir zaman kalkmadı. Çünkü yasağı kaldıran bir şey yapılmaz Türkiye’de. Birileri yasağın süresinin dolduğunu varsayar, cesaret eder ve basar.

“Birilerinin özür dilemesi gerekiyordu”

Devlet Sabahattin Ali cinayetiyle ilgili sorumluluğu üzerine alıp önce kızı Filiz Ali’den sonra ise toplumdan özür dilemeli mi?

Bugünkü iktidardan devlet aygıtının özür dilemesini beklemeyiz elbette. Daha öncesinde birilerinin özür dilemesi gerekiyordu. En azından 70 yıl dolmadan önce davaların açılabilmesi için mahkeme kayıtlarının ve mecliste verilen soru önergelerinin hasıraltı edilmediği dönemler olabilirdi.

Onlar bu işin ucundan tutabilirlerdi. 80’li yıllarda Uğur Mumcu bu cinayete ilişkin birtakım şeyler bulmaya çalışıyordu, bulabilirdi ama o da öldürüldü. Özellikle 80’lere gelene kadar tanıkların ve meselelerin taraflarının hayatta olduğu yıllarda devlet de Sabahattin Ali gibi düşünenler de daha çok şey yapabilirdi.

Ama sonuçta gözümüzün önünde işlenen cinayetlerde nereden nereye geldik ki bilmediklerimizde nerede olalım? Hrant Dink’in kaldırıma düştüğü gün hepimiz buradaydık. Yine buradayız ve hiçbir şey yapamıyoruz.

“AIMA’ya bağışta bulunabilirlerdi”

2017 yılında Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın, “2019’da mahkeme derse ki; Ali’nin eserleri kamu malıdır, isteyen basabilir; bence o noktada büyük yayıncılar örnek bir tavır sergilemeli ve hukuken böyle bir hak olsa bile bu 21 yıl boyunca, yasaklı olduğu süre boyunca en azından Ali’nin kitaplarına kamu malı muamelesi yapmamalılar. Bu Ali’nin hatırasına yakışan bir uygulama olur” sözleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Sabahattin Ali eserleri konusunda bir destek geldi mi?

Bakana durumu anlatan dilekçeyi aileyle birlikte ben hazırladım. Nabi Bey bu konuda neler yapılacağı hususunda Filiz Ali’yle de görüştü. Sonra da böyle bir açıklaması oldu ama Kültür Bakanlığı konuyla ilgilenmedi.

Bu noktada Nabi Bey aslında çok duyarlı davrandı ve çok sezgisel bir şey de söylemiş oldu. Burada en azından büyük yayınevleri açısından bir kamu bilinci oluşabilirdi. Sabahattin Ali’nin kızı, yani birinci derece varisi hayatta.

Sabahattin Ali de öldürülmüş biri. Bir fon, bir vakıf, bir bağış yapılabilirdi. Sabahattin Ali’nin kitaplarından elde edilen gelirin tamamı olmasa da büyük yayınevleri elde edecekleri gelirlerle bir şeyler yapabilirlerdi. Hâlâ da yapabilirler. Filiz Ali’nin kurduğu ve Türkiye için çok önemli olan Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi (AIMA) var. Amaç eğer iyi bir şey yapmaksa o akademiye de bağışta bulunabilirlerdi. Yayıncılar bu konuda kendi aralarında anlaşamadılar ya da anlaşmak istemediler. Çünkü ortada çok satan bir yazar vardı.

“Bu AİHM’e gidebilir kazanılabilir ama…”

Onk Ajans Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Karaca’nın da “Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Sabahattin Ali’nin eserlerinin telif haklarının korunması için özel bir yasa çıkarmalı” diye bir teklifi olmuştu. Bu teklifi destekliyor musunuz?

Bu durumda desteklememek mümkün değil ama bu saatten sonra ne olabilir ki? Zaten olan oldu. Bu saatten sonra böyle bir yasa çıkmayacaktır ama çıksa bile “Mevcut olanları toplayın ve kaldırın mı yoksa bundan sonra yayımlamayın” mı diyecekler?

Bir de dediğim gibi kanun koyucuyla özel bir teklif için el sıkışmak kanun koyucuyu başka şeyleri yapmaya da sevk edebilirmiş gibi geliyor bana. Hak edilmiş ya da mahkeme yoluyla alınandan bahsetmiyorum. Bunun altını çizeyim burada yüzde yüzlük bir hak edilmişlik var.

Bu AİHM’e gidebilir. Bu dava kazanılabilir ama özel bir yasa beklediğimizde kanun koyucuya özel olarak her şeyi yapabileceğini hatırlatmış oluruz gibi. Birinin ölümünün 50. yılından sonra eserlerinin kamu yararına basılması da özel olarak talep edilebilir bu durumda.

Yaşar Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Atölye BİA 11-18 Şubat 2019 “Temel Gazetecilik Atölyesi” katılımcısı.