MENÜ
ANA SAYFA
Pencereyi Kapat
Prof. Dr. Zeynep Direk: Feminist hareket de bizim kültürümüz - Atölye BİA
7 Mart 2019

Prof. Dr. Zeynep Direk: Feminist hareket de bizim kültürümüz

Okuma Süresi: 7 dk
Prof. Dr. Zeynep Direk, YÖK’ün Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ni durdurmasını ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi’ni web sitesinden kaldırmasını YÖK’e seslenerek ve sorular sorarak yorumladı.

Prof. Dr. Zeynep Direk’e göre Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’nin durdurulması kadınların ve LBGTİ+’ların artık özgür ve eşit bireyler olarak desteklenmeyecekleri anlamına gelmektedir. Cinsiyet eşitsizliği sorununu çözmemek erkek şiddetinin artması ve meşrulaştırılmasına yol açar.

YÖK, Şubat 2019’da bir gazetenin konuyla ilgili haberini izleyen günlerde Projeyi durdurdu, Akademide Kadın Çalışmaları ve Sorunları Komisyonu’nun 2015’te hazırladığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi’ni web sayfasından kaldırdı.

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeynep Direk ile bu gelişmeleri toplumsal cinsiyet eşitliği anlamında konuştuk.

“Kavramlar emirle yok edilemez”

Uluslararası alanda kabul görmüş bir kavram olan ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ ne ifade ediyor bu yönde geliştirilen projelerin önemi nedir?

Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, cinsiyet farklılığından bağımsız olarak insanların etik ve siyasi açıdan eşit olduğunu savlar.

Yani, kadın, erkek, LBGTİ kişi,  cinsel kimliğini nasıl tanımlamış olursa olsun, etik ve siyasi anlamda kendi hayatı hakkında kararlar verebilecek bir özne olarak görülmelidir.

Yurttaşlık hakları, medeni hakları, fırsat eşitliği bakımından herkes eşittir. İnsanlar bedensel ve zihinsel açıdan birbirinden farklı olabilir, kimi daha hızlı koşar, kimi daha iyi şarkı söyler, kimi daha iyi matematik yapar, kimi engelli olabilir, kimi doğurur kimi doğuramaz vs., insanların bu tür farklılıkları var diye onlara farklı ödevler tayin edemeyiz, haklarını sınırlandıramayız.

Kısacası, doğal farklar hukuki veya siyasi farklılıkları haklılaştırmaz.

“Türkiye uluslararası anlaşmaları imzaladı”

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği doğadan kaynaklanmaz insanlar arasındaki eşitsizliğin tarihinin bir ürünüdür. Erkek egemen düzen tarihsel olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hüküm sürdüğü bir dünya yaratmıştır, bu dünyayı değiştirmek ve insanların toplumsal cinsiyet yüzünden eşitsiz muameleye tabi tutulmasını önlemek için uluslararası anlaşmalar yapılmıştır.

Bu anlaşmalara imza atan devletler, kurumlarını bu politikalara göre değiştirmeyi taahhüt ederler.

Türkiye, Birleşmiş Milletler (BM) Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (CEDAW) Sözleşmesi’ni 1985’te, İstanbul Sözleşmesini 2011’de imzaladı.

Toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen projelerin önemi, dünya tahayyülümüze ilişkindir. İleride nasıl bir dünyada yaşamak istiyoruz?

Herkesin cinsiyeti ne olursa olsun özgür olduğu ve kimsenin iradesine tabi olmadığı, cinsiyet temelli ezilmenin sona erdiği bir dünyada yaşamak istiyorsak toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını terk etmemeli, sürdürmeliyiz.

YÖK’ün ‘Toplumsal cinsiyet kavramı değerlerimize aykırı” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Toplumsal cinsiyet, cinsiyetin kültürel olarak inşa edilmiş olduğunu vurgulayan bir kavramdır. Türkiye’de büyümüş bir kadın olarak toplumsal cinsiyet kavramı benim için gayet açıklayıcı oldu.

Benim deneyimlerimi anlamlandırmamı sağladı. Yaşadığım cinsiyetçiliğin kodlarını çözmemi olanaklı hale getirdi. Şimdi YÖK Başkanı kültürümüze aykırı dediği için bu zihinsel evrimimi geri çeviremem. Zihinde bir takım kavramlar oluşmuşsa iktidar artık bunları onaylamıyor diye öyle düşünmeyi durduramazsınız.

Bu herhalde bu konularda çalışmayın, yapacağınız çalışmaları artık teşvik etmeyeceğiz anlamına geliyor. Kavramlar sembolik varlıklardır, sembolik bir varlığı bir emirle veya programla yok edemeyiz.

“Her kültüre saygı duymak zorunda değiliz”

YÖK’ün bu kültürel tavrı arkasında ahlaki olarak nasıl bir yaklaşım var? Etik görececilik mi örneğin? Herkesin kendi kültürü var, kimse kimsenin kültürüne karışmasın, etik değerler kültürden kültüre, zamana ve mekana göre değişir tezi ahlak felsefesinde ahlaki görececilik olarak adlandırılır. Evrensel değerlerin varlığının yadsınmasını içerir. Muhalifken etik görececilikmiş gibi görünen bu konum iktidara hakim olunca teolojik temelli etik mutlakçılığa dönüştü. O da değerler alanında evrenselciliği yadsıyor elbette.

Oysa, katı bir evrenselciliği değil elbette, fakat ılımlı bir evrenselciliği savunmak elzemdir. Ilımlı evrenselciliği savunamazsak kadın sünneti, cariyelik, kız çocuklarının evliliği, çok karılılık, hatta recmi ve insan haklarına aykırı kültürel pratikleri onaylamaya kadar gidilebilir.

DAEŞ, Taliban gibi radikal İslamcı örgütler de evrensel değerleri ve insan haklarını ‘Batı’nın değerlerini bize dayatamazsınız’ diyerek ve şeriata uygun bulmayarak reddediyorlar. Kadın haklarını kültürlerine bir saygısızlık olarak algılıyorlar.

Ne kültürel görececiliğin ne de kültürel mutlakçılığın hiçbir ilerici yanı elbette ki yok ve olamaz. Her kültüre saygı duymak zorunda değiliz. Kendi kültürümüz de yanlış bir sürü inanç, davranış ve alışkanlık barındırabilir. Bizim olması onu ahlaken doğru yapmaz.

Bir davranışın bizim kültürümüze ait olup olmaması önemli değil, ahlaken doğru olup olmaması bizim için önemli olmalı.

İnsan hakları gibi evrensel değerlere sahip çıkılmalı ve onlara uygun olmayan kültürel pratikler eleştirilerek değiştirilmelidir. 19. ve 20. yüzyıl ürünü katı, emperyalist Avrupa merkezci bir evrenselcilikle ılımlı bir evrenselcilik arasında çok fark var.

Ilımlı evrenselcilik kültürel emperyalizm değil, kültürlerin eleştirel düşünme yoluyla etik değerlere ulaşarak gerçek anlamda ahlaki ilerleme kaydetmesidir.

Toplumsal cinsiyet eşitliği de işte bunun olmazsa olmaz bir parçasıdır. Ilımlı evrenselcilik herkesin hak öznesi olarak özerkliğine ve eşitliğine saygı duymayı içerir.

“‘Değerlerimiz’ derken kastedilen nedir?”

YÖK’ün ‘Toplumsal cinsiyet kavramı değerlerimize aykırıdır’ açıklamasını anlamlandırmakta ben oldukça zorlanıyorum.

Değerlerimiz derken kastedilen nedir? Tek bir kültür olmadığına, kültür homojen bir şey olmadığına ve başka kültürlerle sürekli bir biçimde etkileştiğine göre toplumsal cinsiyet kavramının bizim kültürümüze ait olmadığını nasıl söyleyebiliriz?

Bu bizim kültürümüz diye bahsedilen şey tam olarak ne? Zaten hep burada olan bir yaşam tarzı veya pratiği mi? İktidarın kurumları aracılığıyla dayattığı inşa edilmiş bir kurgu mu yoksa?

Sanki insana değişmez sınırlar çizen bir kültür varmış gibi davranamayız. Kültür belirsiz bir kavram. Yaşayan insanlardan ibaret de değil, coğrafi sınırlarla belirlenip belirlenemeyeceği de tartışma konusu, sonuçta sanal dünyadan tanışan insanların sembolik mübadelede bulundukları bir dünyada coğrafi ve tarihsel sınırların katılığını savunmak artık abestir.

Değerler dünyamız başka kültürlerle etkileşir, bir evrim içerisinde bulunur. Bu evrimde kamusal tartışma, etik akıl yürütme ve eleştirellik esastır. Kamusal alanda bir tartışma içerisinde bulunarak, ezme ezilme ilişkilerini deşifre ediyor, yeni değerleri olumlayıp bu değerlerle yaşamımızı değiştirip daha iyileştirmeye çalışırız.

Değerlendirmeler ve tartışmalar yaparak, sembolik bir mücadele içerisinde olmayı sürdürerek özgürleşmeye çalışmaktır bu.

Böyle bir ortam, kültürü hep yeniden üretmemizi sağlar. Kamusal tartışmayı boğan bir kültür dayatmasının kabul edilebilir bir yanı yoktur çünkü toplumun halihazırdaki ahlaki pratiklerini etik akıl yürütme kullanarak eleştirememesine, kendi ahlaki sorunlarına karşı körleşmesine ve sonuç olarak yozlaşmasına yol açar.

Ahlaki görececilik farklı kültürlere hoşgörü göstermek gibi görünebilir ama aslında öyle değil. İçinden bir mutlakçılık çıkabilir.

‘Bizim’ olarak kurgulanmış bir yaşam biçiminin, iktidarın imkanları kullanılarak halka dayatılması olabilir. Sonuç olarak kültürel görececilik gibi görünen şey kültürel totaliterlik biçiminde karşımıza çıkabilir.

“Feminist hareket de bizim kültürümüz”

Hem toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı bizim kültürümüzde yok demek büyük haksızlık değil mi? Osmanlı kadın hareketi bir yana, 1980’den beri var olan feminist hareket de bizim kültürümüzdür.

Ben bu kültürden çok beslendim. Benim gibi bu kültürün mirasını taşıyan yeni kuşak kadınlar, erkekler ve LBGTİ bireyler var.

Bunları ne yapacaksınız? Yok mu sayacaksınız?

Yabancılaşmış olarak, etik açıdan yanlış olarak mı yaftalayacaksınız? Biz de bu kültürün ürünü değil miyiz? Bu da bizim kültürümüz değil mi? Kimin ne hakkı var neyin bizim olduğunu neyin bizim olmadığını söylemeye?

Feministler kadınların erkeğe göre tanımlanmasını reddeder. Kadınlardan erkeklerden değil kendilerinden yola çıkılarak bahsedilmesini talep etmek sizin için Batı kültürel değerlerini, yabancı değerleri savunmak anlamına mı gelir?

Karşımızdaki kültürel görececiliğinizin bir hoşgörü politikası değil, kimsenin ‘bizim kültürümüz’ denen şeyle ters düşülmesine izin vermeyen bir baskı politikası olduğunu gösterir bu.

“Kadınlar erkeklerin ‘saygıdeğer eşi’ olarak tanımlanıyor”

YÖK tarafından ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi’ndeki  toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının çıkarılarak güncelleme yapılacağı belirtiliyor. YÖK ve kimi kesimler bu tanıma neden bu kadar karşı çıkıyor?

YÖK tarafından toplumsal cinsiyet eşitliği tutum belgesindeki toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının çıkarılması biçiminde ‘güncelleme’ yapılması eğitimde toplumsal cinsiyet politikasının değiştiği anlamına geliyor.

Kadınların ‘erkeklerin saygıdeğer eşleri’ olarak yeniden tanımlanması söz konusu.

Kadınlar eğitilsin ama anne ve eş olarak eğitilsinler deniyor. İstihdam alanından çekilmeleri ve erkeklere ekonomik olarak bağımlı olmaları isteniyor.

Kadın erkeğe ekonomik olarak bağımlı olsun, erkek şiddetine karşı direnemesin ve boşanamasın, eş ve annelik rollerini oynasın. Eve kapatılsın, dünya da erkeklerin şekillendirdiği bir yer olsun. Amaç bu.

İslami soslu klasik ataerkillik. Kültürümüze özgü filan da değil, başka kültürlerde de olan ve aşılması gerektiğini düşündüğümüz erkek egemen toplumsal cinsiyet normları işte bunlar.

Ben kendi adıma bir erkeğin saygıdeğer eşi olarak tanımlanmak istemiyorum. Kendi ürettiğim şeyle, kendi eylemlerimle anılmak istiyorum. Kadınlar kendi paralarını kazanmalı ve bir erkeğe ekonomik olarak bağımlı olmayı tercih etmemeli. Kimse bir evliliğe muhtaç olmamalı.

Evlilik kadına verilen bir paye değil. Kadınlar evlenmek ve çocuk doğurmak zorunda değiller.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinden vazgeçilmesi demek kadına karşı ayrımcılık politikalarının uygulanacağına işaret ediyor. Kimsenin kimseyi ikinci sınıf vatandaş yapmaya hakkı yok. Irkçılığa karşı olduğumuz gibi cinsiyetçiliğe de karşı çıkacağız elbette.

“Eğitimli, genç nüfusun göçü artar”

Toplumsal cinsiyetin,  değerler, fıtrat, aile, örf adet gibi kavramlarla desteklenip sürdürülmesi kadınlar ve LGBTİ+’lar için ne gibi sonuçlar doğurur?

Kadınların ve LBGTİ bireylerin özgür ve eşit bireyler olmaktan çıkarılmaları anlamına gelir. Onların kazanılmış haklarının ellerinden geri alınması ve maruz kaldıkları erkek şiddetinin artması ve meşrulaştırılmasıdır.

Nasıl sonuçları olur? Ülkemiz insanların dinsel toplumsal cinsiyet normlarına göre yaşamaya zorlandığı, insanların kendilerini özgür hissetmedikleri bir yer olarak görülür, eğitimli genç nüfusun yurtdışına göçü artar, Türkiye modern ve çağdaş bir ülke olmaktan çıkar. Elbette direniş hayatın her yerinde ve her an devam eder.

Uluslararası bir sözleşmenin ihlali insan hakları açısından nasıl değerlendirilmelidir?

İslam Kalkınma Örgütü’nün Kadının İlerlemesi Teşkilat Tüzüğü’nün 25 Ocak 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından TBMM’ye onaylanmak üzere gönderilmiş olduğunu öğrendik. ‘Kadının ilerlemesi’ adı altında yapılan uygulama ironik bir biçimde kadının geriletilmesi, kadının hak öznesi olmaktan çıkarılması projesidir.

Biz bu örgütteki İslam ülkelerine göre ileri kanunlara sahibiz. Onların kanunlarıyla daha ileriye gidemeyiz, ancak daha kötüye gidebiliriz.

Kadınların erkeklerin saygıdeğer eşleri olarak eğitilmesi projesi, Türkiye’nin imzacısı olduğu CEDAW ve İstanbul Sözleşmesinin ihlali anlamını taşır ve kadının insan haklarının yok sayılmasını beraberinde getirir.

Kadının insan olarak özneleşme süreçlerine girmesinin önünü kesmeye çalışan, kadına karşı ayrımcılık yapan, onu eve kapatmayı hedefleyen bu saldırı, kadının çalışma haklarına yapılan bir saldırıdır.

Türkiye İslam Kalkınma Örgütü’ne üye bile değil, neden İslam Kalkınma Örgütü üyesiymiş gibi hareket ediyor?

Kadınlarımızı İslami kurallara göre yaşamaya eğitim yoluyla ikna çabası, tüm eğitim sistemini bir ikna odası haline getirme girişimidir.

Bu uygulama Türkiye’nin din ve vicdan özgürlüğünün garantisi olan anayasal laiklik ilkesine aykırı değil mi?

Prof. Dr. Zeynep Direk hakkında

Prof. Dr. Zeynep Direk: Feminist hareket de bizim kültürümüz - Atölye BİA1966’da İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi ve ardından Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Doktorasını Memphis Üniversitesi’nden aldı.

Felsefeci, Koç Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi. 2014’e kadar Galatasaray Üniversitesi’ndeydi.

Feminizm, Kıta Avrupası Felsefesi, Siyaset Felsefesi ve Etik alanında çalışıyor.   Başkalık Deneyimi (YKY 2005), Jean Paul Sartre: Tarihin Sorumluluğunu Almak (Metis 2010),  Dünyanın Teni (Metis 2017) ve Cinsel Farkın İnşası (Metis 2018) eserleri arasında sayılabilir. Derrida Critical Assessments (Routledge, 2001) ve A Companion to Derrida’nın (Blackwell, 2014) editörüdür.

Gazeteci. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik bölümü mezunu. Gaziantep Üniversitesi Kadın Çalışmaları master öğrencisi. Master tezini “Urfa Yerel Basınında Kadın Temsili” üzerine hazırladı. Halen toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışmalar yapıyor. Atölye BİA 20-27 Şubat 2019 “Temel Gazetecilik Atölyesi” katılımcısı.