Pandemi bahane: Eylem ve gösteri hakkı yok sayılıyor
Fotoğraf: twitter.com/bounmemories
Koronavirüs gerekçesiyle belli alanların, sadece belli gruplara toplantı ve gösteri yürüyüşüne kapatıldığını veya bazı eylemlerin henüz sabahında yasaklandığını pandemi boyunca gördük. Son olarak İstanbul Valiliği, kent genelinde yapılacak her türlü eylem ve etkinliği 1 Mayıs’ı da kapsayacak şekilde, yine salgını gerekçe göstererek 17 Mayıs’a kadar yasakladı. Geçtiğimiz günlerde Kocaeli Valiliği ve Denizli Valilikleri de 1 Mayıs’ı kapsayacak şekilde yasak kararları almıştı.
Sendikada örgütlendikleri için Kod 29 gerekçe gösterilerek işten atılan Migros depo işçilerinin, eylemlerine benzer sebeple sert müdahale edilmiş ve onlarca kişi birçok kez gözaltına alınmıştı. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemlerine de en az 3 kez pandemi nedeniyle yasak getirilmiş, gösteriler izinsiz olduğu gerekçesiyle polis müdahale etmişti.
Öte yandan iktidar partisi, Aralık 2019’da başladığı ancak pandemi nedeniyle bir süre ara verdiği kongre sürecini mart ayı sonunda 81 ilde tamamladı. Barolar gibi 300’den fazla delegenin bulunduğu herhangi bir kongrenin yapılması ise halen yasak. Peki ama salgın, anayasal bir hak olan gösteri ve toplantı hakkını engellemek için bir bahane olarak mı kullanılıyor?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 34. maddesi barışçıl toplanma, gösteri ve yürüyüş hakkını güvence altına alıyor. Aynı maddede bu hakkın; kamu güvenliği, kamu sağlığı gibi belirli koşullarda sınırlandırılabileceği belirtiliyor. Avukat Onur Şahinkaya ve avukat Selin Nakıpoğlu ile “kamu sağlığı” gerekçesiyle eylemlere getirilen sınırlandırmaları, bu kısıtlamaların hukuki dayanağını; Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası (DGD-SEN) Genel Örgütlenme Sekreteri Neslihan Acar ile yaşanan bu ikilemde Kod 29’la işten çıkarılan Migros işçilerinin neler yaşadıklarını, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan Melek Önder ile İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına karşı Taksim’de yaptıkları eylemi konuştuk.
İşçiler virüsle kırılırken, eylem yasağı konuluyor
Migros depo işçileri, sendikaya üye oldukları için önce ücretsiz izne çıkarıldı ve kısa süre sonra da Kod 29, yani “ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış nedeni” ile işten atıldı. İşçiler 100 günü aşkın süredir eylemde. İlk günden beri eylemlerin koordinasyonunda yer alan DGD-SEN Genel Örgütlenme Sekreteri Neslihan Acar kamu sağlığı ve pandemi gerekçesiyle direnişlerinin birçok kez saldırıya uğradığını anlattı.
Acar, protesto haklarının daha önce de yasaklarla engellenmeye çalışıldığını söylüyor: “Fabrikalarda, depolarda işçiler üst üste çalışırken, çarklar dönerken, işçiler virüsle kırılırken eylem yasağı konulması, işçilerin ücretli izin ve kısa çalışma uygulanması taleplerine kulak tıkamaktır. Her gün açıklanan ölüm istatistiklerindeki sayılar, biz yoksullar ve işçiler.”
Engellemelerde koronavirüsün bahane edildiğini Acar şu sözlerle anlattı: “Yasaklar sadece işçilere, kayyum istemeyen öğrencilere, kadınlara, doğa talanına karşı direnen köylüye, esnafa getiriliyorsa; kongre salonlarını dolduranlara, açılıştan açılışa koşanlara getirilmiyorsa yasaklar keyfidir ve halkı yasalarla sindirmenin bir yoludur.”
Kendilerine gelen yasaklamaların önce sendika masası aracılığı ile tebliğ edildiğini söyleyen Acar, sürecin işleyişini “hızlıca direniş meclisini bilgilendiriyoruz. İşçiler yasağı tartışıyor. Eylem takvimini belirleyen işçi komiteleri de yasağa karşı tanımama ve meşru olanın, haklı olanın kendilerinin olduğu kararını alıp genelde alanlara çıkıyor” sözleriyle anlatıyor.
Migros Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ın evinin önündeki protestolarda yaşananları da şöyle dile getiriyor:
“Beykoz Çubuklu Mahallesi’nde Tuncay Özilhan’ın villasının önüne Beykoz kaymakamı yasak getirdi. 5 kez gözaltına alınmamıza rağmen durdurulamadık. Polisle müzakere edemeden yasak tebliğ edildiği anda hızlıca anons yapılıyor. Basın uzaklaştırılıyor, görüntü alınmasına izin verilmiyor. Bu uygulamalar ölüm ve açlık arasında tercih yapmaya zorlanan işçiler karşısında bir çözüm değil aksine daha fazla öfkeyi artıracak uygulamalar oluyor.”
“Bizi sessizleştiremiyorlar”
Migros işçilerinin eylemi aslında yasalar çerçevesinde sürüyor. Ancak koronavirüs salgını devam ederken protestoların gerçekleşiyor olması, iktidara daha da sert müdahale fırsatı veriyor. Neslihan Acar, müdahaleleri “Yasaklar, pandeminin başında, işçilerin 16 saat çalışmaya, ücretlerinin gasp edilmesine, iş cinayetlerine ve iş kazalarına rıza göstermesi için çözüm gibi duruyordu. İşsizliğin, pahalılığın korkunç boyutlara ulaştığı şu koşullarda, her somut soruna yasakla karşılık vermek artık yönetememenin tezahürü. Bir direnişin diğer direnişleri ve diğer kesimleri hızlıca tetikleyeceği korkusu ile yasaklar ve gözaltılarla karşılaşıyoruz” sözleriyle anlatıyor.
Acar’a göre asıl amaç toplumsal muhalefeti tamamen sona erdirmek: “Yasaklar acil ve yaşamsal sorunları olan grupları (kadınlar, işçiler) sessizleştirmiyor. Fakat pandemi yasakları ve virüs tehdidi neredeyse toplumsal muhalefeti durdurmuş durumda. Biz, bir avuç mücadeleci sendika ve siyasi yapı yapının çabaları ile her koşulda direnmek mümkündür diyoruz ve bunu pratikte de göstermeye çalışıyoruz.”
“Toplu taşıma serbest ama eylemler yasak”
22 Mart 2021’de başta Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu üyeleri olmak üzere yaklaşık 20 kadın, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararını protesto etmek için Taksim Meydanı’nda toplandı. Ancak gösteriye izin verilmedi. Önce onlarca polis kadınları ablukaya aldı, daha sonra arbede yaşandı.
Yaptıkları barışçıl protestonun yasal bir hak olduğunu yineleyen Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan Melek Önder, Taksim Meydanı’nda yaptıkları oturma eylemini anlattı: “Taksim Meydanı’nda da ülkenin dört bir yanında da kadınlar hakları için eylem yapabilir. Korunması gereken meydanlar, anıtlar değildir. Korunması gereken şiddet gören kadınlardır. Biz ülkenin dört bir yanında olduğu gibi Taksim Meydanı’nda da ‘Kararı Geri Çek, Sözleşmeyi Uygula’ diyerek eylemlerimizi yaptık. Bizi gözaltına almaya çalıştılar. Ama biz eylemimizi yine de yaptık.”
Önder, şöyle devam etti: “Pandemide işçiler burun buruna çalışıyor, toplu ulaşımı kullanıyor ama pandemiyi bahane ederek 1 Mayıs’ı da yasaklamaya çalışıyorlar. Bizler de şunu soruyoruz; bu valiler, kaymakamlar, Cumhurbaşkanı kendilerini Anayasa’nın üzerinde mi görüyorlar? Kadınları öldürmek, şiddet uygulamak, kadınlara, LGBTİQ+’lara ayrımcılık uygulamak, işçilerin hakkını gasp etmek, sömürmek serbest; kadınlar, LGBTİ+lar, işçiler haklarını ararken, fikirlerini söylerken mi yasak? Bizler anayasanın verdiği haklarımızı kullanıyoruz ve elbette ki kullanmaya devam edeceğiz.”
Demokratik bir hak gasp ediliyor
Avukat Onur Şahinkaya’ya göre ortada ciddi bir hukuk ihlali var, hatta pandemi bir bahane ve Anayasa’nın 13. maddesi yok sayılıyor ve kısıtlamalara dair açıkça belirten bir hüküm yok:
“1930’lardan kalan Hıfzıssıhha Kanunu’nda salgın hastalığa karşı alınan önlemler kısmında gösteri yürüyüşünü kısıtlamaya dair bir düzenleme yok. İl idaresi kanunda bulunan bazı genel hükümler valiliklerin genel huzuru korumak için bazı tedbirler alabileceğini söylese de bu açık bir ibare değil. Anayasa hükümlerin açıkça belirtilmesini söylüyor. Dolayısıyla bu yasaklar açıkça kanuna aykırı.”
Yani, koronavirüse rağmen, toplantı ve gösteri yürüyüşü şiddet var olmadıkça bir hala bir demokratik bir hak.
Avukat Selin Nakıpoğlu ise 34. maddede belirtilen “negatif statü” denilen hakkın, devletin kişinin alanına müdahale etmeme yükümlülüğünü yükleyen haklardan olduğunu fakat 2911 sayılı kanun ile hakkın kullanılması bakımından bir sınırlama rejimi getirildiğini söylüyor ve işleyişte genel bir sorun olduğunu ekliyor: “Bu hakkın bu şekilde kullanılması sadece korona döneminde sorunlu değil.”
Nakıpoğlu da Anayasa’nın 13. maddesine vurgu yapıyor:
“İnsan hakları ve özgürlükleri, rejiminin bir parçası olsa da bu hakların kullanılmasına getirilebilecek sınırlamaları içermektedir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının sınırları anayasanın 13. maddesinde de çiziliyor.”
Fakat bahsedilen kısıtlamının kendi içinde belirli sınırları olması gerekiyor.
Nakıpoğlu, “Bu maddede bahsedilen ‘ölçülülük ilkesi’, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde öngörülmüştür. Yani, hakkı kısıtlarken hakkın özüne dokunmamak, imkânsız hale getirmemek gerekiyor. Fakat mevcut uygulama ile hakkın gerçekleşmesine imkân tanınmıyor” diyor.
“Neden toplanıyorsun çünkü söyleyecek bir sözün var!”
Nakıpoğlu ve Şahinkaya sürecin devlet eliyle yapılan bir hak ihlaline olduğu konusunda hemfikir. Nakıpoğlu’na göre, engellenen gösteri ve eylem hakkı ifade özgürlüğü ile birlikte düşünülmesi gereken bir başlık: “Sorun şu ki devlet diyor ki, ‘Neden toplanıyorsun, çünkü söyleyecek bir sözün var!’ ve ‘İşte ben de bunu istemiyorum’ da diyor devlet.”’
Nakıpoğlu, bu sürecin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dahi bitirebileceğini ve devletin yetkisini aştığını anlatıyor: “Açıkça genel sağlığı ve kamu düzenini bahane ederek protestoları engelliyorlar, halbuki başka türlü toplantıları yasaklamıyorlar. İdare, kolluk yetkisini kullanıyor. 2911’in vermiş olduğu yetkiyi kullanıyor gibi gözükmekle birlikte Anayasa’nın 13. maddesindeki sınırlamanın sınırları aşılmış oluyor. Yetkili idare mahkemelerinden yürütmeyi durdurma istenmesi mümkün. Sonuç alınmadığı takdirde AİHM’e gidilebilir.”
“Gösteri hakkı polis inisiyatifine bırakıldı”
Onur Şahinkaya da, 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine izin veren kanun ile Anayasa’nın 13. maddesi arasındaki ciddi çelişkiye dikkat çekiyor. “Burada konuştuğumuz şey genel bir hukuk sorunundan ziyade koronavirüs bahanesi ile hakların sınırlanması” diyen Şahinkaya 13. maddenin “bir hakkın ancak öncelikle ilgili Anayasa maddesindeki kısıtlama sebepleri ile sınırlandırılabilir olduğunu” hatırlatıyor.
Bu sınırlandırma hali ise Hıfzıssıhha Kanunu: “Hıfzıssıhha kanuna bu nedenle bakıyoruz. 2911 bundan sonra, ‘hukuka aykırı bir toplanma’ varsa devreye giriyor, nasıl dağıtılacağını, dağılmazlarsa cezaları vb. düzenliyor. Pandemi nedeni ile toplanmayı hukuka aykırı hale getiren bir açık kanuni düzenleme yok ki 2911 devreye girsin. Tabii polis böyle düşünmüyor ve uygulamıyor, ancak yanlış yapıyor.”
Onur Şahinkaya, Türkiye’de yasaların uygulanışında, tam bir keyfilik hali olduğunu söylüyor. “Ne kanun var ne demokratik toplum ilkesi ne de ölçülülük ilkesi ne demokratik toplum düzeninin kurallarına riayet var. Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde de gördüğümüz gibi şeytanlaştırma var. İç toleranstan bahsetmek mümkün değil. Türkiye’de toplantı, gösteri, yürüyüş hakkı meclis inisiyatifinden, kanun mahkeme denetimi inisiyatifinden çıkmış, idare ve polis inisiyatifine bırakılmış bir halde.”
Anayasa Maddeleri
Madde 13 – Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Madde 34 – Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.
2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu
Madde 17 – Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlen- mesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıy- la belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir.
Madde 19 – Bölge valisi, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla bölgeye dahil illerin birinde veya birkaçında ya da bir ilin bir veya birkaç ilçesinde bütün toplantıları bir ayı geçmemek üzere erteleyebilir.