Eşyaların Belleği vol.3: Ayakkabı
Kaynakların çoğu, ayakkabının tarihçesini eski Mısır’dan başlatır. Eski Mısır’da ayakkabıdan kasıt iki bant ile ayağın üzerinden tutturulmuş sandaletlerdi.
Sandalet bu anlamda ayakkabıların ana formunu oluşturan ilk örnek. Farklı kültürlerde ya da dönemlerde yaşasalar da her medeniyetin sandalet ile bağı olmuştur.
Sandaletler, Japonlarda düz sandaletler “zori” veya tahta tabanlı yüksekliği 2 ile 6 inç olan “geta” olarak adlandırılırken Pers ve Hintlilerin sandaletleri topuzluydu. Slavlar sandalet yapımında keçe, İspanyollar ip kullanırdı.
Afrikalılar ise renkli derilerden parmak arası bir form kullanırlardı. Roma ve Eski Yunan Uygarlıklarında, sandalet ve ayakkabı daha da çeşitli biçimlerde kullanılmaya başlandı.
Hatta Roma Döneminde sağ ve sol ayak için farklı kalıp kullanılarak ayakkabı tarihçesinde gelişim sağladılar.
Yağmurluk ayakkabıları: Patten
Roma imparatorluğunun ikiye bölünmesiyle oluşan yeni yerleşim alanları insanlara rahat ve lüks yaşamı sağlamış oldu.
Bu dönemde “poulaine” adı verilen ayakkabılar uzun, sivri uçlu ve “saya” denilen ayakkabının üst kısmını oluşturan parçalar da deri, kadife, ipek ve saten kumaşlardan yapılmıştır.
Ön kısmın uzatılması zenginliğin ve asaletin göstergesi olarak düşünülmüş. Uzayan bu uç kısım yürümekte güçlük yaratınca gümüş veya altın zincirlerle bacağın diz bölümüne bağlanırmış.
Poulaine’ler yağmurlu ya da çamurlu sokaklarda giyildiğinde patten adı verilen ahşap yükselticiler eklenerek giyilirdi.
Ortaçağda Avrupa’da kızı evlenen bir baba onun üzerindeki otoritesini bir ayakkabı töreni ile damada devrediyordu. Bu törende kız babası damadına kızının ayakkabılarından birini vererek, artık onun himayesine girdiğini belirten bir ritüel gerçekleşirdi.
Bazı Batı ülkelerinde yeni evlenen çiftin düğün arabalarının arkasına ayakkabı bağlaması bu törenin günümüzdeki yansımalarından.
Kral XIII. Charles’ın altıncı parmağı
Avrupa’da ayakkabı hem malzeme hem de modelleri, insanların ekonomik ve sosyal saygınlığı gösteren bir eşya olmuş. Rönesans’ın etkisiyle sanat ve bilimde yaşanan gelişmeler ayakkabıda da yeni bir dönem başlamıştır.
Poulaine diye isimlendirilen ayak parmak kısmı uzun olan ayakkabılardan sonra, kral XIII. Charles’ın ayak parmaklarının altışar adet olmasının da etkisiyle ön kısmı geniş olan ayakkabılar dönemi başlamış.
Ön kısmı yuvarlak ve geniş, yan ve arka tarafları ise alçak şekilde tasarlanmış. Bu ayakkabılar “duck’s bill, bear’s pawn ve cow’s mouth” olarak isimlendirilmiştir.
16.yüzyılda Venedik’te moda olan “Chopin”lerin kaynağı, Osmanlı hamamlarında kadınların kullandıkları tahta nalınlardı.
Chopin’in en belirgin özelliği elli santimetreyi bile geçen taban yükseklikleri idi. Venedikli kadınlar arasında statü göstergesi haline gelen Chopinler. 16.yüzyılda genç kızların çeyizine de eklenirmiş.
Topuklu ayakkabılar hayatımıza nasıl girdi?
Bugün estetik ve moda odaklı kullanılan topuklu ayakkabının ilk kullanımı daha çok ihtiyaç odaklı tasarlanmış.
Mısırlı kasapların ayaklarını yerdeki kan ve atıktan korumak ya da Moğolların at sürerken kolaylaştıracağı düşüncesiyle üzengiyi daha iyi kavrayabilmek için kullanmaya başladıkları görülmüş.
Batı’da fonksiyonel anlamının dışında topuklu ayakkabının şıklık veya estetik kaygısıyla bugünkü anlamına en yakın kullanımına ilişkin en eski tarih 1533 ve Floransa’ nın ünlü ailelerinden Medici’lerin kızı Catherine de Medici’nin düğün ayakkabısı olarak tasarlandı.
Medici ailesi bu görkemli düğün için kısa boylu kızları Catherine’nin görüntüsünden endişelendiler.
Catherine Medici, düğününde kendisi için tasarlanan 5 santimetrelik bir topuklu ayakkabı giydi. Zamanla birçok kadının Catherine’i örnek aldı ve topuklu ayakkabıyı aralarında yaygınlaştırdılar.
Ataerkiyi güçlendiren diplomatik imrenme
Topuklu ayakkabı giymek, ev dışında kullanımıyla bir bakıma kamusal alanın bir eşyası olarak gelişti. At biniciliğinden işletme sahiplerine kadar büyük oranda erkeklerin dünyasına aitti.
Avrupa’nın kamusal alanda topuklu ayakkabı ile tanışması atlı askerlerin yaygın topuklu ayakkabı giydiği İran sayesinde oldu.
1599 yılında Avrupa’ya diplomatik bir heyet gönderen İran Şahı Abbas, Osmanlı’yı alt etmek için Batı ile yakın ilişkiler içine girmeyi hedeflerken Avrupalı erkekleri topuklu ayakkabı ile tanıştırmış oldu.
Şıklık ve estetik adına topuklu giyen ilk erkek, savaş minyatürlerinde 12 santimetrelik topuklarıyla yer alan XIV. Louis oldu. İsmiyle de anılan ‘Louis’ topuklar hem kadınlar hem erkekler arasında popüler hale geldi. Ayakkabıların topukları her zaman kırmızıydı.
Çünkü kırmızı boya hem pahalıydı hem de savaşı çağrıştırıyordu. 1661’deki bir portresinde İngiltere Kralı 2. Charles da Fransız stili kırmızı topuklu ayakkabı giymişti. 1670 yılında bu ayakkabıların hanedan üyeleri dışında giyilmesi XIV. Louis tarafından yasaklandı.
Lotus ayakkabılar: Güzellik ve işkence
Çin’de tahmini olarak 10. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar lotus ayak geleneği sürdü.
Bu gelenek gereği kız çocuklarına küçük yaşlardan itibaren ayaklarını bandajlarla ve küçük demir ayakkabılar kullandırılıyor.
Lotus çiçeğine benzeyen küçük ayakları olan kadınların daha güzel olduğu algısı ve kadınların iyi bir eş bulma olasılıkları daha da yükselttiği düşüncesine dayanan cinsiyet odaklı bedene müdahale olan bu geleneğin bir işkence yöntemi olduğu aşikar.
Bu uygulamada çoğu zaman ayak kemiklerinin kırılıp bezlerle sarılması, demirden ayakkabıların içinde yaşanan deforme sakatlıklara hatta kadınların yürüme yeteneklerini kaybetmesine neden oluyor.
Zamanla lotus ayaklar iffet simgesi anlamı taşımaya başlamış.
Bunun açıklaması olarak; ayakkabıların yarattığı tahrip yüzünden tek başına yaşayamayan ya da ev dışı hareketi de kısıtlanan kadınların yani tek başına dışarı bile çıkamayan bir kadının doğal olarak iffetli olacağı zihniyeti.
Lotus ayak uygulaması 20. yüzyılda kadınların yürüttüğü kampanyalarla 1912 yılında tamamen yasaklandı. Ancak yasağa rağmen kız çocuklarına dayatılmaya devam edildi.
Kürtlerin özgün ayakkabısı: Kilaş
Kürdistan’ın Hewraman bölgesine özgü Kilaş ayakkabılar elle üretiliyor. Kürtlere özgü “Kilaş”ın tarihi bin yıl öncesine dayandığı düşünülüyor. Yaklaşık 5 yıl ömrü olan bu ayakkabıların tabanı kumaştan yapılırken, üst bölümü kalın pamuk iplikten üretiliyor.
Ayakkabının tabanına ise hayvan derisinden parçalar yerleştiriliyor. 17 metreden oluşan bir kumaş parçasını sıkıştırarak yapılan bir çift kilaş ayakkabının yapımı yaklaşık bir hafta sürüyor.
Kullanılan malzemenin çok olması ve işlenmesinin zaman alması, işgücü ve emek fazla olması gibi nedenler seri üretime geçişi mümkün kılmıyor. Bu yüzden kılaş ayakkabıyı taklit etmek ya da fabrikasyon üretime geçmek neredeyse imkansız.
Kilaş üreticileri daha fazla üretmek için Çin’de taklidini yapmak istemişler ama Çinliler yapamamışlar. Sağ-sol ayak için aynı kalıpla üretilmesi özellikle küçük çocukların kullanımı için çok uygun.
Kilaş ayakkabılar “El clásico” filmine de konu oldular. Yönetmenliğini Kürt yönetmen Helkewt Mustafa’nın yaptığı film cüce olan Alan ve Shirwan kardeşlerin (Wrya ve Dana Ahmed), futbolcu Ronaldo’ya bir çift kilaş hediye etmek için atıldıkları maceraya anlatıyor.
Reşik ayakkabılar yok olmak üzere
1873 tarihli “Elbise-i Osmanîye” kitabında “Kürtlerin uçları kıvrık, kırmızı maroken çizgilerden oluşan ayakkabıları, eski Mezopotamya anıtlarındaki heykellerin ayakkabılarıyla tam bir benzerlik içindedir” ifadesi yer alıyor.
Bir diğer geleneksel Kürt ayakkabısı reşik. Çok eski bir geçmişe sahip el yapımı Reşik ayakkabılar, ana malzemesi keçi kılı olmak üzere doğal ürünlerle üretiliyor.
Bu yüzden seri üretimi yok.
Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan “Reşik” üreticilerinin sonuncusu Van’da ayakkabı tamircisi olan Mecit Emen 32 yıldır kültürel mirası korumaya çalışıyor.
Lastik ayakkabıların adı “Cızlavet”miş!
Hepimizin hafızalarında yer eden lastik ayakkabılar yani Cızlavet. Adını İsveç’te otomobil lastiği üreten Gislaved adlı firmadan alıyor.
Özellikle kırsal kesimde 1930’lu yıllardan beri kullanılan Cızlavet, bağcıkları olan bir iskarpin izlemi veren kabartmalarla tasarlanmış. Sayası ve tabanı tek parçadan üretilmiş lastik ayakkabılardır.
Çoğunlukla siyah renkli üretilse de biz renkli versiyonlarına çocukluğumuzdan ya da kadınların için üretilen seçeneklerinden aşinayız.
Sınıf farkını temsil ediyorlardı
Anadolu Türklerinde ayakkabıcılık sanatı ile ilgili en eski bilgiler İbn-i Batuta Seyahatnamesi’ nde görülmekte. Diğer kültürlerde olduğu gibi Türklerde de ayakkabının temel malzemesi deri.
Hun Türkler yerleşik düzene geçmeleri ile derinin işlemeciliğinde de ilerlediler. Öyleki deri çizmeleri üzerine desenler ve süslemeler ayakkabı tasarımlarını yaparak zenginleştirdiler.
Çizmelerin taban süslemeler ise yöneticilerin zenginliğinin ve sosyal statünün sembolü olmuş. Osmanlı Döneminde saray ve saray dışındakilerin giydiği ayakkabıları farklılıklar gösterirdi.
Müslüman ve gayrimüslim kadınların sosyal konumlarını ayırt edilebilmesi için giysi ve ayakkabıları fermanla düzenlenmişti. Yeniçeri ocağında yayalar sarı; bölük başları kırmızı; küçük zabitler siyah çizme giyerlerdi.
Bir tür imtiyaz simgesi olarak kapıkulu ocağının yüksek rütbeli subayları sarı renkli pabuç ve çizme giyerlerdi. Gayrimüslimlerin sarı renk ayakkabı giymesi ise nizamnamelere aykırı olup, sadece siyah ve kırmızı giyebilirlerdi.
Bu uygulama 1839’da çıkarılan Tanzimat fermanı ile kaldırıldı.