MENÜ
ANA SAYFA
Pencereyi Kapat
En acısı "dayanışma" adı altında sömürülmek - Atölye BİA
Göç
12 Aralık 2020
Göç
12 Aralık 2020

En acısı “dayanışma” adı altında sömürülmek

Okuma Süresi: 6 dk
İngiltere’ye Ankara Anlaşması’yla gelip hayatta kalmaya çalışanların nasıl bir sömürüye uğradıklarının, “benim insanım” diyenlerin onlar üzerinden nasıl kâr ettiğinin anlatısı bu… Yeni kuşağın göç hikâyesi… Hikâyemiz…

Londra’ya sekiz ay önce göç ettiğimiz o ilk günü hatırlıyorum, havaalanındaydık eşyalarımızı bekliyorduk, bir an bir şey sormak istedim görevliye, sonra kelimeyi hatırlayamadım ve vazgeçtim. İlk o an, başka bir ülkede olduğumuzu ve ömrümüzün ilk birkaç yılının doğru kelimeyi bulmaya çalışarak geçeceğini anladım. Bu konuda yalnız değildim.

İngiltere, Ankara Anlaşması kapsamında son üç yılda Türkiye’den çok büyük göç aldı. Her hikâyeye yakından bakınca Türkiye’de belli kariyeri, yol almışlığı, birikimi olan insanların geldiğini görmek zor değildi. Bu yazıyı yazmaya karar vermeden çok daha öncesinde, görüştüğüm herkese aynı soruyu soruyordum: “Neden göç ettiniz?” Farklı cümlelerle ortak bir kaygı dökülüyordu herkesin ağzından: “Artık nefes alamıyorduk.”

“Sen Ankara Anlaşmalı’sın, başka şansın yok”

Geldiğimizin üçüncü gününde odamızı tuttuk ve yanımızda getirdiğimiz paranın hızla bitebileceğini bildiğimiz için hemen iş arayışına başladık. Bu süreçte yaşadığımız tüm deneyimleri, konuştuğum insanların paylaştığı hikayeleri kısa kısa not ediyordum. Nereden başlarım bilmiyordum ama bunları bir gün mutlaka anlatacağım sözünü vermiştim kendime. İşte şimdi o sözü tutuyorum.

Size Türkiye’de “orta”nın üstü bir yaşam tarzına sahip olduğu halde yollara düşen, gittikleri ülkelerde ikinci sınıf vatandaşlığın ağırlığını, yalnızlığı göze alıp yeni bir hayat kurmak için mücadele eden insanların hikâyesini anlatacağım…

Ankara Anlaşması’yla geldikleri İngiltere’de hayatta kalmaya çalışanların nasıl bir sömürüye uğradıklarının, “benim insanım” diyenlerin onlar üzerinden nasıl kâr ettiğinin anlatısı bu… Yeni kuşağın göç hikâyesi… Hikâyemiz…

Birazdan tanıklıklarını okuyacağınız kahramanların isimleri, değiştirildi. Zaten önemli olan isimleri değil, yaşadıkları deneyimler. Burada hayat nasıl mı dönüyor?

Gelenler, ilk olarak barınma ve yaşamı sürdürecek parayı kazanmak için, 20-30 yıl önce Türkiye’den göç etmiş ve iş yeri açmış işletmelerle ilişki kuruyor. Bu da, Türkiyeli işverenlerin restoran ya da marketlerinde haftanın altı günü, günde 12 saate varan çalışma koşulları demek. Özellikle de başvuran, iyi İngilizce konuşamıyorsa yapabileceği hiçbir şey olmadığı için avuçlarını sıvazlayarak bekleyen işverenler, devletin belirlediği saatlik ücretin 2-3 katı altında işçi çalıştırma fırsatı elde ediyor.

“Genel sonuç, sömürülmeye müsait olmamız”

Emel bu çalışanlardan biri. Hacettepe mezunu. Türkiye’de sanat alanında çalışmış. Ankara Anlaşması’na da bir heykeltraş olarak başvuruyor. Üniversiteden beri yurtdışında yaşama planları yaptığını, son yıllarda Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun ve tek başına yaşayan bir kadın olarak verdiği mücadelenin kendisini Londra’ya getirdiğini anlatıyor. Hiçbir bağlantısı olmadan, yalnız başına İngiltere’ye gelen bir kadın olarak, hızla iş arayışına girişiyor. İngiliz bir network oluşturmak zaman alan bir süreç.

Dolayısıyla önce Türkiyeli işverenlerin kapısını çalıyor. “İlk etapta Türkiye’den gelenlerin birbirine destek olduğunu ve iş sağladığını inkâr edemem” diyor, “Ancak sanırım uzun vadede Ankara Anlaşmalılar olarak farklı bir hayal kırıklığı devreye giriyor. Birden fazla Türkiyeli işletmede çalıştım; Market, restoran, kafe, take away… Genel sonuç, işe ihtiyacımız olduğu düşünüldüğü için sömürülmeye müsait olmamız ve asgarinin de altı rakamlarda, fakat çok büyük eforla çalışmamızın beklenmesi. Gönül ve hayal kırıklıklarım bu süreçlerden sonra gelişti. Salgın başladığında herkesin, özellikle cepleri zaten fazlasıyla dolu Türkiyeli işletme sahiplerinin yalnızca kendilerini düşündükleri gerçeğini görmek biraz terk edilmişilik hissi yaşattı. Bu ülkede yalnız olduğum gerçeği o zaman yüzüme çarptı.”

“Tek dileğim, böyle bir deneyimim olmaması”

Bihter ise, yaklaşık iki yıl önce partnerinin Ankara Anlaşması başvurusu sayesinde Londra’ya geliyor. Bihter de bundan yararlanıyor. Ankara Üniversitesi siyasal mezunu. İstanbul’da iyi bir işi, güzel bir evi, kedileri varken oradaki konforunu bırakıp İngiltere’ye gelmeye karar veriyor. Neden mi? “Türkiye’den gitmeyi istiyordum ancak son zamanlarda bir istekten öte mecburi bir şey haline geldi. Hayatımı yaşayabilmek, kendi kararlarımı alabilmek ve özgür olabilmek için ayrıldım.” Daha önce duyduklarının da etkisiyle Türkiyeli işverenlerden uzak durmaya çalışsa da ilk geldiğinde acil para kazanma ihtiyacı olduğundan bunu pek başaramıyor. Gelen herkesin yaptığı gibi, o da iş başvurusu sitelerinde profil açıyor. “Başvurmasam bile Türkiyeli işverenler benimle iletişime geçiyordu. Bir-iki yerle görüştüm ama sonuncuyu unutamıyorum” diyor. Hatırlamak bile öfkelenmesine yetiyor. Sakinleşmek için biraz bekliyor ve tek solukta anlatıyor: “Yüksek gelir seviyesindeki insanların yaşadığı bir bölgedeki restoran sahibiyle görüşmeye gittim.

“Senin ne kadarlık insan olduğunu nereden bileyim?”

Dersimli olduğu, burada birbirimizi desteklememiz, dayanışma içerisinde olmamız gerektiğini anlatarak söze başlayıp beni komi olarak işe alacağını, iyi bir çalışan olup kendimi ispatlarsam yükselebileceğimi söyledi. Saatine 6 pound teklif etti, bu arada asgari ücret 8.5 pound. Sabah 10.00’da açıp 24.00 gibi kapatıyorlarmış. Bana bir iyilik yapabileceğini de ekledi. Eğer daha çok paraya ihtiyacım varsa, -saati 6 pounda çalışıp da olmaması imkânsız zaten-, istediğim kadar uzun çalışabileceğimi anlattı. Yani 14 saat çalış, o kadar emeğe ancak 84 pound al, sesini çıkarma ve git demek istiyor. Ben de kaybedecek neyim olabilir ki diyerek, ‘6 pound asgari ücretin altında, bunu nasıl teklif edebiliyorsunuz?’ diye kibarca sordum. Bunun çok hoş olmadığından bahsettim. O da hiç kibar olma gereği duymadan, ‘Senin ne kadarlık insan olduğunu nereden bileyim?’ dedi. Arkama bile bakmadan kaçtım oradan. Sonra yabancı bir kahve zincirinde çalıştım. Hizmet sektörü İngiltere’de çok acımasız ancak yabancı şirketlerin yine de bir politikası oluyor. Örneğin, asgari ücretin altı asla teklif edilmiyor.”

“Geldiğimden beri hiç kaygı problemi yaşamadım”

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi mezunu olan Esra ise, Türkiye’de çeşitli kreatif işlerde ve kurumsal firmalarda çalışmış. Üç yıldır İngiltere’de. Partnerinin üzerinden Ankara Anlaşması ile göç etmiş. “Açıkçası İngiltere’ye geldiğimden beri özgürlüğünü hissettiğim şeyler, anlar; eksikliğini hissettiklerimden çok daha fazla” diyor, “Burada kendim olmaktan, hür düşünüp, hür davranmaktan müthiş keyif alıyorum. Sokakta negatif enerji yok bir kere. Düşünsenize yıllardır doktor doktor gezmek zorunda kaldığım kaygı problemim için burada bir kere doktora gitmedim. Tek ama büyük bir acım var, tüm bunlara ailem ve sevdiğim insanlarla birlikte şahit olamamak. Kişilere ve bazı duygularına olan özlemim büyük.”

Üç yıl içinde oldukça fazla iş deneyimi ediniyor Esra. Türkiyeli işverenlerle yaşadıklarını özetlemesi çok da uzun sürmüyor: “Rezalet bir maaş, büyük baskı, çok fazla iş yükü, motivasyon düşürücü davranışlar, tebrik edilmeme ve gözlerinin içine bakmadan konuşan patronlar… Yabancı firmalarda çalışırken kendimi her zaman daha işe yarar, düzgün performans gösteren biri gibi hissettim. Çünkü teşekkür ediliyor ya da gerektiğinde özür dileniyor. Maaşın İngiltere genelinde o pozisyon için neyse o ve geç yatırılmıyor. Tatil hakkı ve çalışma saatleri insani.”

“Türklerden ve Kürtlerden uzak durun uyarısı”

Dayanışma için kurulan sosyal medya gruplarında bir uyarı var: Türklerden ve Kürtlerden uzak durun. Ancak ben bunun tam tersini yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Yakın olup birbirimize eleştirilerimizi sunabilmek asıl çözüm. Bunu söylediğimde çok romantik bulunsam, “Yaşa da gör” söylemlerine çarpsam da, böyle düşünmeye devam ediyorum. Türkiyeli işverenlerin emek hırsızlığına maruz kalmış biri olarak, uzlaşıp alışmak yerine başka bir yol olduğuna inanıyorum. İngiltere’nin göçmen patronlarına sözümüzü söylemeye devam edersek, günü kurtarmaya çalışmadan yanlışları aktarırsak, dahası tavır alabilirsek değişimin de başlayabileceğini düşünüyorum.

Çünkü görüyorum ki, bu hikayeleri benimle paylaşan bu kadınların; belli bir yere getirdikleri yaşamlarını geride bırakıp, bambaşka bir ülkede tekrar sıfırdan hatta eksiden hayat kurma cesareti var, çok güçlüler. Bu yüzden değişimin de onlarla başlayacağına, göçmen patronların bu sömürüye dayalı sistemlerini değiştirmek zorunda kalacaklarına, dahası dillerine pelesenk ettikleri o “dayanışma” sözünün ne demek olduğunu anlamaya başlayacaklarına olan inancım tam.

Ankara Anlaşması nedir?

Ankara Anlaşması (ECAA), Türkiye vatandaşlarına İngiltere tarafından verilen bir iş kurma vizesi. Dolayısıyla bu vizeye başvuranlar, beyan ettikleri mesleği yapmakla yükümlü. Yani Ankara Anlaşmalı iseniz maaşlı bir işe giremezseniz, başvuruda belirttiğiniz işinizi yapmak zorundasınız. 31 Aralık 2020’de Brexit nedeniyle İngiltere’de Ankara Anlaşması’nın sona ermesi bekleniyor ancak neye dönüşeceği tam olarak bilinmiyor.

Başvuruların sayısı 20 bini buldu

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) son açıklanan “Uluslararası Göç İstatistikleri”ne göre, 2019’da Türkiye’den yurtdışına göç eden kişi sayısı önceki yıla göre, yüzde 2 artarak 330 bin 289 oldu. Veriler gösteriyor ki, en çok da (yüzde 15.2) 25-29 yaş grubu kendine yeni bir hayat kurmanın peşinde sınırları aştı. Onu, yüzde 13’le 30-34 ve yüzde 12.6’yla 20-24 yaş grubu izledi.

BBC Türkçe’nin İngiltere İçişleri Bakanlığı’ndan edindiği verilere göre ise, 2020’nin ilk dokuz ayında Ankara Anlaşması’na başvuruların sayısı neredeyse 20 bini buldu. Sadece İngiltere dışından başvuranların sayısı ise 10 bine yaklaştı. İlk çeyrekte 1.877, ikinci çeyrekte pandeminin etkisiyle 442, üçüncü çeyrekte ise 6 bin 913 kişi ülke dışından başvuruda bulundu. Bu, son 10 yılda yapılan başvuruların toplamından bile daha fazla. 2020’nin ilk dokuz ayındaki yaklaşık 20 binlik başvurudan 4 bin 54’ü reddedilirken 9 bin 202’i kabul edildi. 5 bin 609 dosya ise hâlâ incelemede.

19 yıl boyunca İstanbul’da ulusal televizyonlarda, rejide ve belgesel sinema alanında çalıştı. Özgür Radyo’da “Replik” adlı tiyatro programını yaptı. En son yaptığı belgesel “Mahallede LGBTİ Olmak” uluslararası festivallerde yer aldı. 2019 Temmuz ayından beri Londra’da yaşıyor. “Göç Günlükleri” adlı podcast projesine Atölye BİA destekleriyle başladı.