Başka bir tasarım mümkün mü?
*Manşet fotoğrafı: Tüketici ilişkilerini ele alan “The Checkout” programının Toplumsal Cinsiyetli Pazarlama isimli bölümünden alınmıştır.
Ürünlerin ambalajlarından pazarlanış biçimlerine kadar aslında hepsi bize bir mesaj veriyor: Cinsiyetine göre ürününü seç. Peki, toplumsal cinsiyet rollerinin şekillendirdiği tasarımların dışına çıkabilmek mümkün mü? ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden Doç. Dr. Pınar Kaygan‘a göre, bu sorunun yanıtı “evet.” Burada en büyük görev de bu konuyu tartışmaya açması gereken tasarım araştırmacılarına düşüyor.
Tasarımlar, ürünler ve eşyaların cinsiyeti üzerine yapılan çeşitli tartışmalar mevcut. Feminist tasarımcı Laila Laurel‘in erkeklerin yayılarak oturmasını engelleyen sandalye projesinin ödül kazanması bizim de akıllarımıza şu soruyu getirdi: Başka bir tasarım mümkün mü? Bu sorunun cevabını, toplumsal cinsiyet ve tasarım konularında araştırmalar yürüten Doç. Dr. Kaygan ile aradık. Doç. Dr. Kaygan, “Tasarımcılar ürünlere dair kararlar alırken, özellikle de kullanıcının isteklerine, ihtiyaçlarına ve beklentilerine dair tahmin ve tespitlerde bulunurken mevcut toplumsal cinsiyet rollerine müdahale gücüne sahipler” diyor.
Tasarım ve toplumsal cinsiyet Türkiye’de pek de üzerine konuştuğumuz bir konu değil. Yabancısı olduğumuz bu konu tartışılmaya ne zaman, nasıl başlandı? Bu tartışmalar neden önemli?
Maddi nesnelerin de toplumsal cinsiyeti olduğu ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini düzenlemede, sürdürmede ya da dönüştürmede rol oynayabileceği, 1970’lerden itibaren feminist sosyologlar tarafından altı çizilen bir konu. Ancak tasarım alanında toplumsal cinsiyetin, sadece Türkiye’de değil, uluslararası alanda da ürünlerden ziyade tasarımcıların iş yaşamında karşılaştıkları eşitsizlikler ve zorluklar bağlamında tartışıldığını görüyoruz. Bu tartışmalarda ürünlerden çok tasarımcıların çalıştığı alanlar ve sektörler dikkate alınıyor. Örneğin, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’ya odaklanan kaynaklara göre, kadın tasarımcılar genellikle tekstil ve takı tasarımı gibi geleneksel olarak kadının ilgi ve sorumluluk alanlarının uzantısı görülen alanlarda yüksek temsiliyet gösterirken ürün tasarımı, erkeğe uygun algılanan, erkeklerin sayıca baskın olduğu ve kadınların kendilerine yer bulmakta zorlandığı bir tasarım alanı olarak kaldı.
“Tasarım teknolojiye ne kadar yakınsa kadınların temsiliyeti o kadar azalıyor”
Türkiye’de ise durum biraz daha farklı; endüstriyel tasarım alanında kadınların oranının neredeyse erkeklerinkine eşit olduğunu görüyoruz. Ancak tasarım alanları mühendislik ve teknolojiye ne kadar yakın görülürse kadınların temsiliyeti o kadar azalıyor.
1980’lerin ortasından 2000’lere kadar İngiltere ve Kuzey Amerika’da bir grup feminist, bir pazarlama stratejisi olarak kadın tasarımcıların kadın kullanıcıların istek ve ihtiyaçlarını daha iyi anlayıp yanıtlayacağı iddiasıyla birlikte kadınların düşük temsiliyet gösterdiği ürün tasarımı alanında daha çok yer almasını savundu. Bu çalışmaların bazılarında tasarımcı olan yazarlar, kendi tasarladıkları ürünlere, kadın olarak sahip oldukları deneyimlerinden dolayı nasıl farklı bir bakış açısı getirdiklerini anlattı. Bu çalışmalar, yazıldıkları dönem için önemli vakalar sunsa da çalışmaların ürünlerin toplumsal cinsiyetinin, tasarım alanında yeterince derinleşmesinde, özellikle kuramsal bir çerçeve oluşturmada yetersiz kaldığını görüyoruz. Bugün bu konu, daha çok teknoloji çalışmaları ve insan-bilgisayar etkileşimi alanındaki araştırmacılar tarafından sahiplenilmiş durumda.
Dolmakalemin kadın için tasarımı yakın zamana dayanıyor
Tasarımlar neye göre cinsiyetlendiriliyor?
1970’lerden itibaren sosyoloji ve feminist teknoloji çalışmaları alanındaki çalışmaların gösterdiği üzere, ürünlerin iki şekilde cinsiyetlendirildiğini söyleyebiliriz: Varsayılan kullanıcısının cinsiyetine ve kullanım amacına, bağlamına atfedilen anlama göre. Örneğin, bir mutfak robotu tasarlanırken, tasarımcıların ve pazarlamacıların varsaydığı kullanıcı kadınlar oluyor ve alınan tasarım kararları o varsayılan kullanıcının öngörülen zevki, beğenisi ve ihtiyacı doğrultusunda veriliyor. Tasarımcılar evdeki toplumsal cinsiyet rollerine özellikle bir müdahalede bulunmak istemediği sürece, tasarladıkları ürünler mevcut rolleri sürdürmekte ve güçlendirmekte rol oynuyor. Genelde tasarımcıların böyle bir kaygı güttüklerini görmüyoruz elbette, ana hedefleri daha çok satacak ürünü yapmak oluyor. Bunda da kalıplaşmış kullanıcı gruplarına hitap etmek daha çok işe yarıyor. Biz bir araştırmamızda ele aldığımız bir ürün olan dolmakalemin iş, statü ve yöneticilikle ilişkili bir ürün kategorisi olarak öncelikle erkek yöneticiler için tasarlandığını tespit ettik. Tarihsel olarak bu bağlam için ve bu kullanım amacı doğrultusunda tasarlanan dolmakalemin ancak yakın zamanda kadın yöneticiler için ayrıca ele alınan bir ürün kategorisi olduğunu görüyoruz.
Mikrodalga erkekler için üretilmişti
Elif Şafak’ın Aşk kitabının kapağı pembe renk olduğundan erkeklerin okuyamadığı gerekçesiyle siyah renk kapakla yeniden basılmıştı. Endüstri ürünlerinde bu şekilde örnekler var mı?
Bu konuda benim çok çarpıcı bulduğum bir örnek, Cynthia Cockburn ve Susan Ormrod’un mikrodalga fırın üzerine yürüttükleri araştırmada altını çizdikleri üzere, mikrodalga fırının varsayılan kullanıcısının değişmesiyle birlikte cinsiyetinin de değişmesi. Yazarlara göre, mikrodalga fırın İngiltere’de ilk olarak evde hazır yemeği ısıtarak kendisine yemek hazırlayacak erkek kullanıcılara yönelik bir ürün olarak piyasaya çıkmış. Bu nedenle ürünü geliştiren tasarımcı ve mühendisler, mikrodalga fırının geleneksel pişirme cihazlarından farklı ve yeni bir teknolojiye dayalı bir ürün olduğunu, aldıkları tasarım kararlarında özellikle vurgulamışlar. Pazarlama kararlarında da ürünün mutfakta yer almasına rağmen beyaz eşya olmadığının, teknolojik ve yeni bir tür ürün olduğunun altı çizilmiş. Ancak ürün, pazarda beklenen satış başarısını yakalayamadığında bu kez kadın kullanıcıya yönelik, mutfaktaki diğer beyaz eşyalarla ortak dili konuşan bir pişirme cihazı olarak yeniden tasarlanmış. Gri metalik kabuğu beyaz olarak değiştirilip, kontrol paneli teknolojiyle fazla ilgilenmediği varsayılan kadın kullanıcıya daha çok uyarı ve açıklama yapacak biçimde düzenlenmiş.
Bir de daha kolay gözlemleyebileceğimiz pembe ürünler var. Sizin sorunuzda verdiğiniz örneğin tersine, satış rakamlarını artırmak için kadınlara yönelik “feminen” ürünler yaratmanın en ekonomik – bir o kadar da yüzeysel- yöntemi, ürünleri pembeye boyayarak kimi zaman ürünün ambalajına kimi zamansa tanıtım malzemesine “kadınlar için (for her)” notu veya bir kadın görseli yerleştirmek. Kirsten Drysdale ve Zoe Norton Lodge, tüketici ilişkilerini ele alan The Checkout başlıklı programın Toplumsal Cinsiyetli Pazarlama isimli bölümünde oyuncaklardan kozmetik malzemelerine ürünlerin nasıl renk, doku, biçim, ses, ambalaj ve isimleri üzerinden feminen ve maskülen olarak ayrıştırıldığını gösteriyor. Yumuşak ve akışkan çizgiler, çiçekli motifler ve pastel renkler, bir ürünün kadınlar için olduğuna işaret ederken, sert ve köşeli çizgiler, geometrik biçimler ve koyu renkler erkekler için olduğunu anlatıyor. 2010 yılında piyasaya sunulan pembe-eflatun Bic marka kalemler, bu programın yanı sıra başka mecralarda da eleştiri almıştı. Ürünün reklamında genç bir kadın okul koridorunda “Kalemi olan var mı?” diye sesleniyor. Kendisine uzatılan pembe tükenmez kalemi coşkuyla karşılıyor ve bir kadın olarak kendisine özel bir kalem üretildiği için seviniyor. Tabii bu tür ürünler, tasarımdan ziyade pazarlama stratejileri doğrultusunda ortaya çıkıyor. Yani bunlar hakkında konuşurken tasarım ve toplumsal cinsiyetten değil pazarlama ve toplumsal cinsiyetten bahsediyoruz.
Tasarım endüstrisinde toplumsal cinsiyete karşı farkındalık odaklı çalışmalar çok az sayıda. Aksine ürünlerin cinsiyetinden oldukça bahsettik. Feminist veya queer bir tasarım neden önemli? Tasarımcılar bu konuda ne yapabilir?
Tasarımcılar, ürünlere dair kararlar alırken, özellikle de kullanıcının isteklerine, ihtiyaçlarına ve beklentilerine dair tahmin ve tespitlerde bulunurken mevcut toplumsal cinsiyet rollerine müdahale gücüne sahip. Ancak bu kararları tek başlarına vermiyorlar. Tasarımcıların, tasarladıkları markanın hedeflerinden bağımsız olarak “Ben bu mutfak robotunu ev içinde erkeklerin yemek pişirmeye daha çok katılmasını sağlayacak şekilde tasarlayacağım” diye tek başlarına ortaya çıkmaları gerçekçi değil. Ama böyle bir dönüşüm için alternatif kullanıcı araştırma ve tasarım yöntemlerini geliştirmek, tasarım araştırmacılarının hemen şimdi yapabileceği bir şey. Tasarım araştırmacıları, bu yöntemleri sunarak, orta vadede tasarımla daha eşitlikçi ürünlerin nasıl ortaya konulacağına dair ikna edici tartışmalar yaratabilir. Bilgisayar-insan etkileşimi alanında yeni yeni bu tür çabalar olduğuna şahit oluyoruz. Ancak ürün tasarımı alanında henüz bir-iki kavramsal çalışma dışında fazla bir şey görmüyoruz.