Yayınevi editörlerinin neler yaşadığından haberdar mıyız?
Yayın dünyasının gölgede kalan editörleri, birçok hak ihlaline maruz kalıyor ancak seslerini duyuramıyorlar. Editörler, sürekli bir kontrol ve denetim mekanizmasına tabi tutuluyor ve mobbing uygulanıyor. Yayıncılık sektörünün gitgide daha da ticarileşmesi, pandeminin getirdiği zorluklar, son dönemde kağıt fiyatlarının artışı gibi etkenler, yayınevi editörlerinin maruz kaldığı hak ihlallerinin katlanarak artmasına neden oluyor.
Yayınevlerinde üretim artışından dolayı editörlerin hazırlayacağı kitapların türüne, niteliğine bakılmaksızın çok kısa sürede işini tamamlamasına yönelik bir baskı var. Yine yayınevi politikası yüzünden ayda 5-6 kitap hazırlamak zorunda olan editörler var. Bu editörler, işini yetiştirebilmek için mesai saatlerinin dışında evlerinde de çalışıyor. Düşük ücret ve güvencesizlik söz konusu. Asgari ücret zammından önce 4000-5000 TL arası maaş alan editörlerin maaşı şu an ortalama 5000 TL.
Yeni başlayan editörler, asgari ücretle maaş alırken deneyimli ve nitelikli bir editörün maaşı ise 6000-7000 bin TL arasında. Sayısal çoğunluksa deneyimsiz ve genç editörlerde. Büyük kurumsal yayınevlerinde şartlar böyleyken Butik yayınevlerinde ise başka sorunlar var. Butik yayınevleri en fazla 2 editör çalıştırıyor. Bu editörler kendi işleri olan kitap hazırlamanın yanında, yayınevininin diğer bütün işlerini (sosyal medya iletileri, kitap tanıtımları, basın ilişkileri, telif yazışmaları) yapıyor. Freelance çalışan editörler, sayfa başı ancak 5-7,5 TL ücret alabiliyor. Bütün bunların yanında yayınevi editörlerinin, hakkını arayacağı bir mecra da yok. Editörler, bu durum böyle giderse piyasada basılan bütün kitapların hatalarla dolu olacağını ve ortada kitap hazırlayacak nitelikli editör dahi kalmayacağının altını çiziyor.
Künyelerde adlarını dahi çok az gördüğümüz yayın emekçileri, mesleklerinde karşılaştıkları bütün bu sorunlarla ilgili konuştu.
“Kitap okuyorum diye işten çıkarıldım”
15 senedir yayıncılık sektöründe olan ve freelance editörlük yapan F.E. içinde bulundukları durumu şöyle anlatıyor:
“Çeviri editörünün günde 35-45 sayfa arasında karşılaştırmalı okuma yapması bekleniyor. Çeviri kalitesi ise bu beklentide en son göz önüne alınan kalemlerden biri. Sizden istenileni yapamadığınız takdirde performansınızın düşük olduğu söyleniyor ve mobbinge maruz kalıyorsunuz. Yöneticinizin entelektüel seviyesi sizinkinden düşükse mobbing uygulayabiliyor. Gasligting’e en çok maruz kalınan iş alanlarından biri yayıncılık. Çalıştığım bir yerde çok fazla telefona baktığım için konsantrasyonumun düştüğüne dair uyarıldım. Hatta bir başka yayınevinde de yayın planı değerlendirmeleri için çok fazla kitap okuduğum bahanesiyle işten çıkarıldım. Kısacası işverenin talepleri karşılanmazsa her türlü işinize son veriliyor.”
F.E, editör ücretleri konusunda gerek freelance çalışmalarda teklif edilen ücretlerin (sayfa başı 5-7,5 TL), gerek tam zamanlı çalışırken kazanılan maaşların (ortalama 5000 TL) çoğunlukla yetersiz olduğunu belirtiyor. Ayrıca freelance çalışanların, sigorta-yemek ve diğer ihtiyaçlarının karşılanmamasının yanında, ücretini alabileceğinin dahi bir garantisi olmadığı bir ortamda pandemi dönemi çıkarılan kısa çalışma ödeneğinin de yine patronlara yaradığını söylüyor:
“Yayınevi çalışanları 30 gün evden çalıştırıldı ancak şirket KÇÖ’den yararlanıp herkesi 10-15 gün üzerinden sigortalı gösterdi.”
“Daha az ücretle çalışacak birini buluyorlar”
15 yıldır sektörde olan ve mesleğine freelance olarak devam eden E.F. ise freelance telif ücretlerinin 2008-22 yılları arasında bir farkının olmadığını ve bu yıl yayınevlerinde editör maaşına yapılan yüzde 30’luk zammın enflasyonla eridiğini belirtiyor.
“Yayın sektöründe editörler için fazla bir seçenek yok. Sektörden biraz uzaklaşsak yerimizi dolduracak ve bizim yaptığımız işi ücretsiz ya da daha az ücretle yapacak birileri anında bulunuyor. Çıkan ürünün nitelikli olup olmaması çok beklenmiyor, zaten okurun nitelikli olduğu düşünülmüyor. İşi ücretsiz ya da daha az ücretle yapacak birileri bulununca da sizin hakkınızı savunmanız da otomatik olarak elinizden alınıyor.”
Editörlerin başındaki yöneticilerle ilgili de konuşan E.F. şunları kaydediyor:
“Yapmak istemediği, kendisinin kötü olacağı her işi bir şekilde size yaptırır. Onun cevap vermeme hakkı vardır ama sizin asla yoktur. Odasındaki dev ekrandan çalışanlarını izleyip takip eden, editörün arkasına sandalye çekip ‘yap bakayım, şimdi nasıl yapıyorsun’ diye soran patronlar da var.”
“İşi ucuza kapatmak için gençleri kullanıyorlar”
Altı senedir yayın camiası içinde olan genç yayıncı S.K., editörlük mesleğinin tatsız bir hal aldığını ve bazen bu mesleği seçme konusunda hata yaptığını düşündüğünü belirterek şunları söylüyor:
“Bazı yayınevlerinde ayda 5 kitap hazırlayan editörler olduğunu duyuyorum. İşi yetiştirmek için ofiste çalıştıktan sonra evde de çalışmaya devam ediyorlar. Bunun yanında sırf sektöre girmek için bedavaya çalışan yahut çok az para isteyen öğrenciler, gençler var. Patronlar da bunu biliyor, işi ucuza kapatmak için gençleri kullanıyorlar.
“Butik yayınevleri biraz daha rahat. Bir kitaba 2 ya da 3 hafta süre verebiliyor. Böylece görece daha nitelikli eserler ortaya çıkabilir. Genç editörlerin yetişmesi için bu önemli. Mesela kitabını bastırmak isteyen yazarlar, gelip sizinle konuşuyor. Böylece oradaki sohbet ve muhabbetler genç editörü de geliştiriyor. Oysa büyük yayınevlerinde editörün, yazarlarla muhatap olması daha da zor. Yazarlar, ya GYY (yönetici) ya da patron düzeyinde görüşüyor.”
“Editörün fikri dikkate alınmıyor”
Sektörde eski ve büyük bir yayınevinde çalışan editör G.A, “Ekonominin seyri yüzünden yayınevleri artık yazarlarına açık bir şekilde müşteri gözüyle bakıyor. Dolayısıyla müşteri ne derse haklıdır kuralı burada da geçerliliğini koruyor. Editör olarak fikriniz dikkate alınmıyor” diyerek şöyle devam ediyor:
“Eğer yazarınız baskı maliyetini karşılıyorsa o metnin okunmadan dahi baskıya gönderilmek istendiğine pek çok kez şahit oldum. Karar aşamasını etkilememenize rağmen gelen okur eleştirisini ya da yazar hoşnutsuzluğunu yine editörün göğüslemesi bekleniyor.
Pandemi ile birlikte zorluklar daha da artmış: “Zorunlu olarak evden çalıştığımız dönem tüm işler yürümesine rağmen hiçbir tedbir alınmadan yeniden ofislere döndük. Her ay bir başka çalışma arkadaşımızın test sonucu pozitif çıkıyor. Firmalara verilen devlet yardımı kesilir kesilmez geri çağrılmamız bana zaten yayınevinin personeline değer vermediğini gösteriyor. İş arayan binlerce kişinin arasında asgari ücret verebileceğim herhangi biriyle çalışabilirim gibi bir mantıkları var.
Bir gün polisiye, bir gün antropoloji
Uzun süre kurumsal bir yayınevinde tam zamanlı çalıştıktan sonra editörlüğe freelance devam eden C.Z., editörlerin yaptığı işin niteliğini etkileyen bazı faktörlerden söz ediyor: “Bunlardan en önemlisi, uzmanı olmadığın disiplinde ya da türde de kitaplar hazırlamak. Bir dosyada polisiye kurmaca çalışırken bir sonrakinde antropoloji metni çalışabiliyorsun. Fakat beklenti aynı: Çok kısa sürede çok nitelikli bir iş çıkarmak. Yeterince zaman olmaması ve editöre yüklenen baskı nedeniyle yetersiz bir iş çıkabiliyor ortaya bazen. Fakat eleştiri gelirse de günah keçisi o editör oluyor.”
C.Z., editörlerin örgütlenememesine de değiniyor: “Mesleki kıskançlık söz konusu. Bu da örgütlenmeyi zorlaştırıyor. Ücretlerin bu kadar düşük olmasının sebebi de bu aslında.”
Bir ayda uzman olunur mu?
15 yıldır yayın sektöründe olan ve mesleğine genel yayın yönetmeni olarak devam eden D.C., sektörde bir uzmanlaşma eksikliği olduğunu vurgulayarak şunları söylüyor:
“Yayıncılık sektör içinde öğrenilmesi gereken, okulu olmayan bir disiplindir. Ancak bu ‘başıboş’ bir disiplin olduğu anlamına gelmez. En alttan başlayarak yavaş yavaş pişmeniz gerekir. Günümüzde bir ay bile bir yayınevinde sigortalı olarak çalışmadığı halde uzman olarak piyasaya çıkan, kendince ‘eğitimler’ veren kimi insanlar var ve bunlar editörün mesleki yeterlilik algısını zayıflatıyor, tecrübesini hiçe sayıyor. Kendilerini eğitmen olarak tanıtıyorlar. Editörlük eğitimleri düzenliyorlar. Editörün 1 ayda yetişebilen, çok da emek gerektirmeyen bir şey olduğu algısı yaratıyorlar. Eğitim başına aldıkları ücretse editörlerin yıllık maaşına denk.
“Yönetici çoğu kez editöryal kökenlidir ve yapılan işleri bu gözle değerlendirerek çalışanlarla ilişki kurar. Ancak editöryal kökenli olmayan yöneticiler de vardır ve kimi yerlerde bunlar aynı zamanda sermaye sahibidir. Patronlar arası dayanışma, işçiler arasındaki dayanışmayı yok ederek kendi aralarındaki dayanışmayı pekiştiriyorlar. Örneğin bir patron, personeli kendisinin onayı olmadan işten çıkıp başka yerde işe girerse, personelin yeni patronunu arayıp işten attırıyor. Ama yayınevleri fahiş transfer bedelleriyle büyük yazar transfer ederken mesele işçilerinin maaşlarına gelince işlerin kötü gittiğini söylüyor.”
Örgütlenme çabası
Bu şartlar altında işini yapmaya çalışan bazı editörler, 2012’de Editörler Platformunu kurdu. Amaçları sektörde görev yapan editörleri bir araya getirmek, mesleğin ve sektörün sorunlarını birlikte tartışıp çözüm önerileri sunmak, editörlük mesleğinin öğrenilmesi ve geliştirilmesi için çalışmalar yapmak, editörlerin hakları ve meslek tanımını netleştirmek ve bunu bir sözleşmeyle somutlamaktı. Ancak 125 kişilik platform 2014’ün sonunda “mail grubu”na dönüştü.