MENÜ
ANA SAYFA
Pencereyi Kapat
İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılması mülteci kadınları nasıl etkiliyor? - Atölye BİA
Kadın
10 Mayıs 2021
Kadın
10 Mayıs 2021

İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması mülteci kadınları nasıl etkiliyor?

Okuma Süresi: 6 dk
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine yönelik kadın eylemleri haftalardır devam ediyor. Karara karşı çıkanlar arasında mülteci kadınlar da var. Çünkü İstanbul Sözleşmesi, şiddete uğrayan mülteci kadının ve çocuğun hayatını güvence altına alıyor.

*Fotoğraf: Dilek Sarıgül / csgorselarsiv.org

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğine dair kararın Resmi Gazete’de yayınlanmasının üzerinden bir aydan fazla geçti. Kadınlar, Türkiye’nin dört bir yanında bu karara karşı eylem düzenlemeye, seslerini duyurmaya devam ediyor. Kadına karşı ve aile içi şiddeti önleyecek mekanizmaların oluşturulmasını; imzacı devletlere bu önlemleri alma ve etkili şekilde uygulaması yönünde sorumluluk yüklenmesini öngören bu anlaşma, Türkiye’de yaşayan mülteci kadınları da koruyordu.

Örneğin, sözleşme şiddet mağduru bireyin, evliliğin veya ilişkinin süresinin dikkate alınmaksızın, eşten bağımsız şekilde oturum izni hakkına sahip olacağını tanımlıyor. Toplumsal cinsiyete dayalı zulüm görme tehlikesi söz konusuysa, kadına mülteci statüsü tanınmasını kapsıyor. İmzacı devlete oturum izninden mültecilik statüsüne, geri göndermeme ilkesinin teminatına kadar sorumluluklar yüklüyor.

Yani sözleşme Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı yaklaşık 3 milyon kadın ve çocuk sığınmacı için de büyük önem taşıyor. Peki, mülteci kadınlar sözleşmenin kaldırılmasını nasıl karşıladı? Talepleri neler? Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan ve kadın hakları üzerine çalışmalar yürüten Dua Muhammed ve Alaa Amer ile İstanbul Sözleşmesi’ni ve sözleşmenin feshini konuştuk.

Dua Muhammed, 27 yaşında bir üniversite öğrencisi. Kadın ve çocuk aktivisti. 2014’te Şam’dan Türkiye’ye gelmiş ve Gaziantep’te bir sivil toplum kuruluşunda eğitim projesi sorumlusu olarak çalışıyor. Suriyeli çocuklar ve kadınlarla birlikte eğitimler yürütüyor.

Alaa Amer ise, 37 yaşında. 2013’te Suriye’den gelen bir Süryani. İstanbul’da politika ve kadın üzerine gazetecilik yapıyor, kadın haklarıyla ilgili projeler yürütüyor.

Mülteci kadınlara hakları öğretiliyor

Dua Muhammed, sözleşmeden iki senedir haberdar olsa da mülteci kadınlara ilişkin maddelerini yakın zamanda öğrenmiş. “İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararına yönelik tartışmalardan sonra maddeleri okuyarak öğrendim. Bu noktada feminist sayfaların çok yararı oldu. Ancak çevremdeki birçok mülteci kadın sözleşmenin içeriğinden maalesef habersiz” diyor. Bunu değiştirmek için çevresindeki mülteci kadınlara İstanbul Sözleşmesi’nin neleri savunduğuna dair bilgilendirmeler yapıyor: “Gönüllü olarak yer aldığım platformda Suriyeli kadın ve çocuklara toplumsal cinsiyet eşitliği, erken yaşta evlendirme, kadın ve kız çocuklarının eğitim hakkı, şiddeti önlemeyle ilgili farkındalık yaratmak adına eğitimler düzenliyoruz.”

Alaa Amer de, Türkiye’de yaşayan Suriyeli mülteci kadınların haklarından habersiz olduğuna dikkat çekiyor. Bunu değiştirmek için yaptıklarını, “Mülteci kadınlara anlaşmanın kadınlar için önemini ve feshinin etkisini anlatan Arapça bir haber hazırladım. Haberlerimi elimden geldiğince bu doğrultuda yapıyorum. Youtube kanalım için feminist bir avukatla ‘İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi mülteci kadınlar için ne ifade ediyor? Anlaşma gerçekten İslam dininin öğretileriyle çelişiyor mu?’ başlıklı bir röportaj gerçekleştirdim” diyerek anlatıyor.

İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılması mülteci kadınları nasıl etkiliyor? - Atölye BİA

*Alaa Amer’in 7al.net haber sitesindeki “İstanbul Sözleşmesi fesih kararı Suriyeli mülteci kadınlar için ne ifade ediyor?” başlıklı haberi.

“Sözleşme, yaşamımı kolaylaştıracaktı”

Amer, “İstanbul Sözleşmesi sizin için ne ifade ediyor? Uygulansaydı mülteci kadınlara etkisi ne olacaktı?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:

“Esad rejiminden kaçarak buraya geldim. Avrupa yerine sınırlarını mülteciler için çok kez açan ve onları korumayı temin eden Türkiye’de kalmaya karar kıldım. Sözleşme uygulansaydı benim için korumaya muhtaç insanları koruyan bir ülkeye başvurduğum anlamına gelecekti. Ancak feshedildi. Fesih kararının şiddet ve istismar oranlarını arttıracağı düşüncesi beni endişelendiriyor. İstanbul Sözleşmesi, mülteci bir kadın olarak bu ülkede yaşamımı kolaylaştıracaktı.”

“Mülteci kadınların bu sözleşmeye çok ihtiyacı var”

Muhammed de Amer’le hem fikir. Sözleşmenin feshedilmesinin mülteci kadınlar için umut kırıcı olduğunu belirtiyor ve ekliyor:

“Biz kadınları koruyacak tek şey kanunlardır. Sözleşme kadına yönelik şiddetin yanında mültecilere yönelik ayrımcılığı da önlemeyi temin ediyordu. Şiddete uğrayan kadının geri gönderilmeme, oturum izni gibi birçok hakkını güvence altına alıyordu. Türkiye’de hem mülteci hem kadın olarak yaşayanların bu sözleşmeye çok ihtiyacı var.

“Ülkede yaşayan mülteci kadınlar kendilerini güvende hissetmiyor. Dil ve kanunlar kapsayıcı olmadığı için kadınlar şiddet halinde nereye başvuracaklarını ve kendilerini nasıl ifade edeceklerini bilmiyor. Bu çok büyük bir sorun çünkü çevremizde fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete uğrayan ancak ne yapacağını bilmediği için bulunduğu yerde faille yaşamaya devam eden çok kadın var. Şikayetçi olabilecek dile ve bilgiye sahip kadınlar da, ‘Nasıl olsa sonuç çıkmaz’ diyerek mücadele etmek istemiyor. Bu yüzden sözleşme tüm kadınlar için hayati önem taşıyor.”

“Cezasızlık, kanıksanmış bir gerçek”

20 yıldır mültecilerle çalışan avukat Eda Bekçi, şiddete maruz kalmamış mülteci kadın ve LGBTİ+ ile karşılaşmadığını vurguluyor. Bekçi, ülkelerinden çok ciddi travmalarla ayrılmak zorunda kalan insanların çoğu zaman yaşadıkları şiddetin daha büyüğüyle Türkiye’de karşı karşıya kaldıklarını belirtiyor:

“Sekiz aydır avukatlığını yaptığım mülteci kadın tesadüfen laf arasında kaçakçıların eşinin önünde ona tecavüz ettiğini anlatıyor ve bunu gayet normal bir şeymiş gibi hiç bahsetmek gereği bile duymuyor” diyor ve ekliyor: “Neden söylemediğini sorduğumda ‘Ne fark eder ki, çocuklar açtı’ diyebiliyor. Cezasızlık öyle kanıksanmış bir gerçek ki ona cevap veremedim.”

“Sınır dışı edilme korkusu, en büyük sorun”

Türkiye iç mevzuatında ve imzalanan uluslararası sözleşmelerde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı aranmaksızın bireyleri şiddete karşı koruma üzerine hukuksal düzenlemelerin bulunduğunu belirten Bekçi, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının mültecileri nasıl etkilediğini ise özetle şöyle anlatıyor:

“Şiddet mağduru mülteci kadınlar, daha doğrusu genel olarak mağduru mülteciler olan vakaların adlileşmesi oldukça zor. Kadınlar en ağır vakalarda bile devlet erkiyle karşı karşıya kalma, zaten pamuk ipliğine bağlı ikametlerini kaybetme korkusuyla şikayetçi olmuyor. Kendisini taciz eden kamu personelini şikâyet edemeyen kadın mülteci imza yükümlülüğünü yerine getirmedi diye sınır dışı edilmekten korkuyor. Parası gasp edilip tecavüz edilen kadın şikayetçi olursa kamu sağlığını tehdit ettiği için sınır dışı edilebileceğini düşünüyor. Pek çok kadın mülteci kayıtsız çalıştırılıyor, haklarını istediklerinde taciz, tecavüz ve ihbar edilme şantajıyla karşı karşıya kalıyor. Genel olarak cezasızlık ve sınır dışı, kendi deyimleriyle ‘deport’ korkusu şiddeti engellemenin önündeki en büyük sorun.

“Geri göndermeme” ilkesi

“İstanbul Sözleşmesi kadın ve mülteci LGBTİ+ için çok çok önemli. Suriye savaşı ve sonrasında Avrupa Konseyi ülkeleri çerçevesinde gittikçe daralan mülteci toleransı açısından bir nefes alma kapısı. Sözleşme spesifik olarak toplumsal cinsiyete dayalı şiddet mağduru mülteci ve göçmenleri korumaya yönelik, ‘geri göndermeme (Non–​Refoulement)’ ilkesini yineleyici hükümler içeriyor. Sözleşmenin 61. maddesiyle Türkiye; ‘Taraflar statüsü ve ikamet durumuna bakılmaksızın, korumaya muhtaç, kadına yönelik şiddet mağdurlarının hayatlarının risk altında olabileceği veya işkenceye veya insanlık dışı muameleye veya cezalandırılmaya maruz kalabilecekleri hiçbir ülkeye hiçbir durum altında iade edilmeyeceklerini güvence altına almak üzere gerekli yasal veya diğer önlemleri alacaklardır’ taahhüdünde bulunuyor. Yine Türkiye’de evli yabancıların sözleşme kapsamında eşlerinden bağımsız ikamet almasını sağlayıcı (insani ikamet) düzenlemeler getiriyor.

“Türkiye, bir zihniyeti göz önüne seriyor”

“İltica hukukuna dair en temel dayanağımız 1951 Mültecilerin Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi ile iltica nedenleri; siyasal nedenler, din, ırk, milliyet ve belirli bir toplumsal gruba mensubiyet olarak tanımlanıyor. Ancak 1980’ler sonrasında sözleşmenin yürütme komitesi ve AİHM kararlarıyla belirli bir toplumsal gruba mensubiyetten cinsiyet temelli şiddet ve ayrımcılık anlamamız gerektiğini görüyoruz ve İstanbul Sözleşmesi’ne kadar bunun adı koyulmamıştı.

“Dünyada ve ülkemizde halen ve artan bir şiddetle mülteci LGBTİ+ ve kadınlar ölüm, zulüm, şiddet korkusuyla yerinden edildikleri, ailelerinden, vatanlarından ayrılmak zorunda kaldıklarından kendilerine daha insani koşullarda bir hayat kuracakları yurt arayışındalar. Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden geri adım atarak aslında bir zihniyeti göz önüne seriyor. Uluslararası sözleşmeler bizim yumuşak hukuk dediğimiz daha ziyade ülkelerin niyetini, bakış açısını vurgulayan metinler. Bu sözleşmeleri kabul ederek iç hukukunda ve siyasetinde nasıl bir çizgi çizeceğini, ülkede nelerin güvence altında olduğunu gösterir. Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden geri adım atarak bu çizgisini değiştiriyor.”

İstanbul Sözleşmesi’nde Mülteci Kadınlar

“Göç ve İltica” başlığıyla İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan Bölüm VII, çocukların aile içi şiddetin tanığı ve bu şiddetin mağduru olduğu kabulüyle, mülteci kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete dair önlemleri sıralıyor.

Madde 59, şiddet mağduru bireyin, evliliğin veya ilişkinin süresinin dikkate alınmaksızın, eşten bağımsız şekilde oturum izni hakkına sahip olacağını tanımlıyor. Ayrıca ikametgahları sebebiyle sınır dışı edilme durumu olan şiddet mağduru mülteci kadınlara, oturma iznine başvurmalarına olanak sağlayacak şekilde geri göndermeme güvencesi sunuyor.

Madde 60, toplumsal cinsiyete dayalı iltica taleplerine yer veriyor. Buna göre, mağdurun uğradığı şiddet, Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1952 Sözleşmesi kapsamında “zulüm görme” olarak değerlendirilerek şiddete uğrayan bireye tamamlayıcı/ikincil koruma hakkı tanınması isteniyor. Toplumsal cinsiyete dayalı herhangi bir zulüm görme tehlikesi söz konusuysa, kadına mülteci statüsü verilmesi gerektiği belirtiliyor. Aynı zamanda üçüncü bir ülkeye ilticasına dair kabul usulleri ve destek hizmeti sağlanması isteniyor.

Madde 61 ise, geri göndermeme ilkesi üzerine bilgiler veriyor. Buna göre şiddete uğrayan, statüsüne, ikametgâh durumuna bakılmaksızın hiçbir ülkeye iade edilmeyecek. İstemediği durumda ülkesine geri gönderilmeyecek.

Ne olmuştu?

Tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından 2011’de imzaya açıldı ve bugüne kadar 46 ülke tarafından imzalandı. Sözleşmenin ilk imzacılarından olan Türkiye, 20 Mart 2021’de gece saatlerinde Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanı kararıyla sözleşmeden çekildiğini duyurdu. Sosyal medyada büyük tepki toplayan ve beraberinde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Selçuk’un, “Kadın haklarının teminatı, Anayasamız başta olmak üzere, iç mevzuatımızdaki mevcut düzenlemelerdir” açıklamasıyla yankı bulan bu karara Türkiye’nin her yerinden kadınların protestoları eşlik etti. #AklınızdanBileGeçirmeyin etiketiyle tepkilerini dile getiren kadınlar, kararın geri çekilmesi ve sözleşmenin uygulanması yönünde ısrarlılıklarını sürdürdü.  “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!” kampanyasıyla düzenlenen kitlesel protestolar Türkiye’nin tüm illerine yayıldı. Hala da devam ediyor.

 

Medya ve Göç Derneği’nde İzleme ve Raporlama Sorumlusu olarak çalışıyor. Mülteci odaklı habercilik ve medyada nefret söylemi üzerine çalışmalar yürütüyor. Atölye BİA 12-26 Nisan 2021 “Temel Gazetecilik Atölyesi” katılımcısı.