“Türkiye, kentten kente göçerler ülkesine dönecek”
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, İstanbul’un nüfusu 2001 yılından bu yana ilk kez gerileyerek koronavirüs salgınının başladığı 2020 yılında 56 bin 815 kişi azaldı. Pandemi döneminde göç edenler, gittikleri şehirlerde bir düzen kurabiliyordu. Ancak ekonomik kriz ağırlaştıkça metropollerin yanı sıra küçük şehirlerde yaşamak da zorlaştı.
“Gelecek kaygısı değil bugün kaygısı”
Beykent Üniversitesi Sosyoloji bölümü mezunu 24 yaşındaki Kardelen Buyurgan, İstanbul’da yaşadığı apart fiyatına yapılan yüksek zamdan sonra memleketi Hatay’a dönmeyi düşünüyor. “İstediğim şehirde yaşamak için bu kadar uğraşmak, barınamamak canımı çok sıkıyor” diyen Buyurgan yaşadığı sorunları şu sözlerle anlattı:
“Kendim bir şeyler yapmak, hayatı keşfetmek istiyorken memleketime dönüp işsiz kalmakla karşı karşıyayım. Hayatımdan ne kadar zaman çalınacağını bilmiyorum. Bu bende boşuna çabaladığım hissi ve mutsuzluk yaratıyor. Aile evindeyken görece yaşadığım konforlu hayatı kendim oluşturamamak beni depresyona sokuyor. Artık gelecek kaygısı değil bugünün kaygısı var. Bugünü de atlattım, bugün de geçti diye düşünüyorum.”
“Memleketimde iş bulamıyorum’
Üniversitede sinema eğitimi alan 34 yaşındaki set işçisi Özge* de pandemi sürecinde iş bulamadığı için ailesinin yanına dönmek zorunda kalan çok sayıda kişiden biri. İstanbul Kadıköy’de kiraladığı odadan ayrılarak memleketine dönen Özge, kadınlar için küçük kentlerde ya da kasabalarda yaşamı yeniden kurmanın daha zor olduğuna dikkat çekti:
“İstanbul’a artık belli aralıklarla çalışmaya gelip iş bittikten sonra memleketime dönüyorum. İstanbul’da zaman zaman da olsa iş bulma imkânım daha fazla ama kazandığım para yalnızca kira ve masraflara gidiyor. Bu ikilem bana göçebe bir hayat yaşatıyor, bu da bana stres olarak yansıyor. Küçük şehirde bireysel özgürlük kurmak çok zor. Herkes tanıdık, üzerimde bunun baskısını hissediyorum. Erkekler küçük şehrin imtiyazlarından kadınlara kıyasla daha çok faydalanıyor.”
Anksiyete ve depresyon
Koronavirüs salgını sebebiyle uzayan izolasyon süresinin anksiyete ve depresyon şikâyetini artırdığını hatırlatan psikolog Esra Ceco, pandeminin şiddetini azaltmasıyla birlikte artan sosyalleşme ve yüz yüze iletişimin hayat pahalılığı sebebiyle sekteye uğradığını belirtti:
“Özellikle İstanbul’daki pahalılığın diğer şehirlere göre daha fazla olması insanları az harcama yapma çabasına itiyor. Danışanların seans gündemi yoğunluklu olarak kiralardaki artış, evden çıkarmalar, yeni bir konut arayışı, semt değiştirme hatta yurt dışına taşınma gibi konular. Salgın sebebiyle uzaktan çalışan sayısının artması ev-iş arasındaki mesafeyi önemsiz kıldı. Böylece merkezden uzak, yalnız bir yaşam tarzı ortaya çıkmaya başladı. Uzun yıllar ‘taşı toprağı altın’ denilerek göç alan İstanbul’da tersine göç başladı.”
“Kişilerin öz saygısı ve güveni azalıyor”
Psikolog Ceco, meslekleri nedeniyle ekonomiyi ve gündemi yakından takip etmek zorunda kalanların daha kaygılı olduğunu belirtti:
“İnsanlar kendi yaşamları üzerinde kontrolleri yokmuş gibi hissediyor. Kişilerin kendilerine olan güveni, saygısı azalıyor; sosyal ilişkileri bozuluyor. Pahalılaşma ile birlikte özel kliniklerdeki seans ücretleri de artıyor. Bazı danışanlarımız pahalılıktan ötürü görüşme sıklıklarını azalttı. 2021’in Aralık ayında eczacılarla yapılan bir anket, en fazla talep gören ilaçların ruh ve sinir hastalıklarına yönelik ilaçlar olduğunu ortaya koydu. Özellikle gençler ve sosyal destek kaynaklarına erişimi kısıtlı olanlar umutsuz ve risk grubundalar.”
“Konut, spekülasyon aracına dönüştürüldü”
İstanbul Kent Savunması Üyesi Cihan Uzunçarşılı Baysal, tersine göçte konut krizinin etkisine işaret etti.
Konutun metalaştırılması ve finansallaştırılmasının yaşanan göç krizinde etkili olduğunu vurgulayan Baysal, “Sosyal devletin eridiği, tüm diğer haklar gibi konutun da tamamen piyasaya terk edildiği bir sistemde temel bir insan hakkı olan konut, bir ev ya da yuva olmaktan çıkartıldı. Kullanım değeri, değişim değerine feda edildi. Bir yatırım ve spekülasyon aracına dönüştürüldü” dedi.
“Mülkiyet odaklı sistem evsizliğe sürüklüyor”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Planlama Ajansı’nın (İPA) raporuna göre İstanbul’da 1 milyon 800 bin boş konut bulunduğunu hatırlatan Baysal şu uyarıda bulundu:
“Zengin yabancılar lüks konutlara yatırım yaparken yoksullar kentlerin çöküntüye terk edilmiş bölgelerinde en kötü şartlardaki konutlarda yaşamak zorunda kalıyor. Gidişatın bir diğer aktörü olan ev sahipleri, ülkenin içinde bulunduğu aşırı pahalılık ve tavan yapan enflasyon karşısında kiraları insafsızca yükseltiyorlar. Faizler düşürüldükçe de en kârlı yatırım, konut olmaya devam ediyor. Sadece İstanbul değil Türkiye ölçeğinde, tamamen piyasanın ve ev sahiplerinin insafına bırakılmış sosyal adaletten yoksun bir konut sistemi var. Tamamen mülkiyet odaklı bir konut sistemi. Nüfusu, kentlerin merkezlerinden ve pahalılaşan kentlerden sürgüne, deprem ve afetlere karşı güvencesiz, altyapısız konutlara ve son aşamada da evsizliğe sürüklüyor. Oysa barınma, temel bir haktır; yoksullar ve emekçiler için kentte var olmaktır; iş, aş, istihdamdır.”
Güvenceli sosyal kiralık konut önerisi
Baysal’ın kent yoksulları için önerisi, güvenceli sosyal kiralık konutlar:
“Mevcut konut politikaları değiştirilmeden devam ederse ülke yakın gelecekte zorla tahliyeler, evsizler ve kentten kente göçerler ülkesine dönüşecek. Alt gelir grupları ve kent yoksullarına yönelik erişilebilir ekonomik koşullarda nitelikli ve güvenceli sosyal kiralık konut, konut politikalarının olmazsa olmazı olmalı.”
*Özge, iş aramayı sürdürdüğü için kişisel bilgilerini paylaşmak istemedi.