Evrim Alataş Paneli: “Umut ve direnişle bir ilgisi var gülmenin”
TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarında ikinci gün tamamlandı. Okurların, yayınevlerinin kurduğu stantları gezip kitap alışverişi yaptığı ve çeşitli yazarların katılımıyla film gösterimi, şiir dinletisi, söyleşi ve panel gibi kültürel etkinliklerin gerçekleştiği fuara ikinci gün de Diyarbakırlıların yoğun ilgisi vardı.
Bu etkinliklerden biri de Özgür Amed, Burcu Karakaş ve Nurhak Yılmaz’ın katıldığı “Ne Olmuş Güldüysek: Evrim Alataş Metinlerinde Mizah” isimli paneldi.
Panelde, Evrim Alataş’ın metinlerinde kullandığı mizahi dilin çözümlemesi yapıldı. Yakın arkadaşı Nurhak Yılmaz’ın yanı sıra gazeteci-yazar Özgür Amed ve “Ne Olmuş Güldüysek: Evrim Alataş” isimli kitabın yazarı Burcu Karakaş’ın da katılımıyla, Alataş’ın çocukluğundan vefatına kadar geçen süreçte mizahî bir dil kullanmasının altında yatan sebepler tartışıldı.
Amed: Evrim’in yazılarında buram buram bir dert var
Etkinlik Özgür Amed’in konuşmasıyla başladı. Evrim Alataş’ın bir Kürt mahallesinden yazdığını ve bu sebeple bir bakıma da Kürt mizahının bir temsilcisi olduğunu söyleyen Amed, 1982’den günümüze kadar gelen Kürt mizah dergilerinin kronolojisi ve içeriğinden bahsetti.
Amed, aynı zamanda Evrim Alataş’ın, yazılarında iktidarı hedef altığını söyledi:
“Evrim yazılarında iktidarı hedef alıyor. Yazılarının hemen hemen hepsinde devlete karşı duyduğu bir öfke var. Buram buram bir dert var. O, yazılarında iktidarı karşısına alınca iktidar da onu karşısına alıyor ve cebelleşmeye başlıyorlar.
“Hangi yazısını okursanız ‘ben herkesin uğraştığı, herkesi sıkıntıya sokan bu mevcut baş ağrısına sıradan olanı söylememek kaydıyla ne söyleyebilirim? Farklı bir dil, farklı bir direniş alanı kurmak şartıyla ne ortaya koyabilirim?’ düşüncesiyle hareket ettiğini görürsünüz. İroni dili de buna fırsat verdiği ve Evrim de bu dili çok iyi kullandığı için Evrim Alataş’ın yazıları o yazılar içerisinde her zaman farklı bir noktada olmuştur.”
“Ne olmuş güldüysek”
Gazeteci-yazar Burcu Karakaş ise Evrim Alataş’ı anlattığı “Ne Olmuş Güldüysek” kitabının hazırlanış sürecini anlattı. Karakaş, kitap için Evrim Alataş’ı yakından tanıyan birçok insanla görüştüğünü belirtirken aynı zamanda kitabın isminin hikâyesinden de bahsetti.
“İstanbul’dan Diyarbakır’a bir barış treni kalkıyor ve çalıştığı gazete de bu treni takip etmesi için Evrim Alataş’ı görevlendiriyor. O da takip etmek üzere bu trene binip Barış İçin Kadın Girişimi ile birlikte Diyarbakır’a doğru seyahat ediyor. Yolculuk esnasında Evrim, trendeki diğer katılımcılarla sohbet esnasında gülüşüp eğleniyor. Ardından İstanbul’a döndüğünde ise trendeki katılımcılarla gülüp eğlendiği için ‘bu kız neden bu kadar gülüyor!’ denilerek çalıştığı gazeteye şikâyet edildiğini öğreniyor. Evrim de buna karşılık ’ne olmuş güldüysek?’ şeklinde bir tepki veriyor. Kitabın isminin öyküsü budur.”
Yılmaz: Yangından çıkıp paçalarındaki yanıklara gülmek
Konuşmasına Evrim Alataş’ın “Arsız olmayı bilmek lazım. Yani yaşamın kendisi; yasalarıyla, hiyerarşisiyle, duygusuyla, özetle tüm yanlarıyla tuhaf bir durum aldıysa soluk almanın birkaç yolu vardır. Bunlar yürekli olmak, onurlu olmak ve bir miktar da arsız olmaktır” alıntısıyla başlayan Nurhak Yılmaz, Alataş’ın bu tür yazılar yazmasına sebep olan şeylerin Alevi, Kürt ve kadın olmak olduğunu; doğduğu yer olan Malatya/Akçadağ ilçesinin, Alevi ve Sünnilerin bir arada yaşaması ve Türkiye Devrimci Hareketi liderleri için önemli bir nokta olması sebebiyle yazılarını etkilediğini söyledi.
Evrim Alataş’ın yazılarındaki mizahî dilin sebeplerine de değinen Yılmaz sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yangından çıkıp paçalarındaki yanıklara gülmek”. Evrim kendisini böyle tanımlar.
“Bu, bu topraklarda yaşamayan insanlar için patolojik bir durum gibi görülebilir. Ancak Evrim’in, kendisini bu şekilde tanımlamasının birkaç okuması var. İlki ve muhtemelen ilk akla gelen şey, bunu, hayatta kalabilmek ve yaşayabilmek için yapmış olduğu düşüncesidir. Ancak bana göre daha enteresan olan ya da Evrim’e daha yakın olan yanı şudur: Evrim’in yazılarındaki ‘gülmek’ten kasıt, içine düştüğü durumu çok da önemsememesi değildir. Umut ve direnişle bir ilgisi var buradaki gülmenin. Direndiği için geleceğe dair bir umudu vardır Evrim’in. Buradaki gülmek de umutla ilgilidir. O yüzden; yıkılmış, yaşanan kocaman trajedilerle çökmüş ve gelecek umudu olmayan damardan değil, direnen damardan beslendiğini hep görürüz metinlerinde. Özetle Evrim’deki gülmenin umutla, geleceğe inanmakla ilgili bir yanı vardır.”
Yılmaz, konuşmasının devamında, henüz çocukluk ve ilk gençlik yıllarında yaşadığı travmatik olayların Evrim Alataş’ın kimliğinin oluşmasında etkili olduğunu söyledi. Alataş’ın, 7-8 yaşlarındayken 12 Eylül askeri darbesine tanıklık etmesi ve ilk gençlik yıllarında faili meçhul cinayetlerin hüküm sürdüğü karanlık bir dönemin yaşanmasının bu travmatik olaylara örnek gösterilebileceğini belirtti.
“Kürtler Evrim’i çok sevdi”
Yılmaz, bir Kürt olarak Evrim Alataş’ın Kürtler tarafından çok sevildiğine de değinerek şunları söyledi:
“Evrim, yazıya bir yerden girer ve nereden çıkacağı hiç belli olmaz. Onun yazılarında sık sık kırık kafalı, karagözlü çocuklara rastlarız. Bir yönüyle, bu çocuklar aracılığıyla Kürt çocuklarının sahipsizliğini ve yoksulluğunu anlatır. Bunu bir güldürü yazar gibi yapar ama yazının sonunda o kırık kafalı çocukların mutlaka intikam aldığına dair bir duygu hissettirirdi. Kendisinin mezar taşında bile bu kırık kafalı çocukların bir gün büyüyüp yaşadıklarının acısını çıkaracağına dair göndermeler ve işaretler vardır.
“Evrim, hastalığının ilerlediği zamanlarda dahi hiçbir zaman ağlak olmadı. Toplumdaki bu mağduriyet diliyle çokça mücadele etti. Kürtler, sabahtan akşama kadar oturup acılarına ağlayan, Türk film ve dizilerinde olduğu gibi bir araya gelip ağlama ayinleri düzenleyen bir toplumun aksine köy evlerinde, şehirlerde, sokaklarda ve her yerde gülen, espri yapan, birbirleriyle sık sık dalga geçen ve kendi içlerinde iletişimleri çok güçlü olan bir toplumdur. Evrim de Kürtlerin evlerindeki bu atmosferi ve ruh halini yazıya aktararak kamusal alana taşıdı.
“O yüzden de Kürtler Evrim’i çok sevdi. Kendilerinden bir şey buldular onda. Metinlerinde Kürtlerin yaşadığı trajediler de vardır ancak o, Kürtlerin o gülen yüzünü de görüp cesaretle aktardı. Çatışma, savaş ve trajedi gibi çok büyük acıların yaşandığı bir ortamda mizah yapmaya çalışmak elbette cesaret isteyen bir şeydi ancak bu, Evrim’de zaten var olan doğal bir yetenekti. Mizah yapmak amacıyla yapmadı bunları.”
Evrim Alataş kimdir?
Gazeteci, yazar. 1976 yılında Malatya’nın Akçadağ ilçesinin Gölpınar köyünde Alevi-Kürt bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
İlkokul ve ortaokula doğduğu köyde devam ettikten sonra eğitimini İstanbul’da sürdürdü.
Gazeteciliğe 1994’de başladı. Sırasıyla Yeni Politika, Demokrasi, Özgür Bakış, Ülkede Özgür Gündem gibi gazetelerde muhabir ve sonrasında da editör olarak görev aldı.
Ardından Evrensel, BirGün ve Özgür Politika‘da aralıklarla köşe yazarlığı yaptı.
Esmer, Birikim, Amargi, Siyahi ve Tiroj başta olmak üzere birçok dergide makaleleri yayınlanan Alataş, Radikal gazetesinin “Radikal İki” adlı pazar ekinde ve en son Taraf gazetesinde “Kürtler Vadisi” isimli köşesinde yazılar yazdı. Kürt meselesi ve Kürt halkının sorunlarıyla yakından ilgilendi.
Mayoz Bölünme Hikayeleri adlı kitabı 2003 yılında Aram Yayınları tarafından yayımlandı. Yazdığı ve katkıda bulunduğu kitaplarında Kürt coğrafyasında yaşanan çatışmalı dönemin traji-komik öykülerini derledi.
Sinema yönetmeni Miraz Bezar’la birlikte, Diyarbakır üzerinden Kürt dünyasını ve savaş mağduru çocukları konu edinen bir hikâye yazdı. “Min Dît” (Ben Gördüm) adıyla uzun metrajlı çekilen filmin galası 2009 baharında Diyarbakır’da yapıldı. 46. Altın Portakal Film Festivali’ne katılan film, Behlül Dal En iyi Öykü Ödülü’ne layık görüldü.
Alataş’ın “Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer” adıyla kaleme aldığı çalışması 2009 yılının Ağustos ayında İletişim Yayınları’ndan çıktı.
Evrim Alataş, 12 Nisan 2010 tarihinde uzun süredir mücadele ettiği kanser hastalığına yenilerek Diyarbakır’da bulunan evinde yaşama veda etti.
Evrim Alataş’ın cenazesi, Diyarbakır’da düzenlenen törenin ardından vasiyeti üzerine doğduğu köy Gölpınar’da toprağa verildi. (Kaynak)