“Daima İleri”ye duyulan kuşku ve huzursuzluk
Trabzon doğumlu Nazım Ünal Yılmaz, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’ndeki lisans eğitiminden sonra 2010’da Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde yüksek öğrenimini tamamladı ve hâlâ burada çalışıyor.
Yılmaz, 2010’da New York School of Visual Arts ve 2015’te Kunsthaus Balmora misafir sanatçı programlarına katıldı. Sanatçı, Funktion Room, Londra, Kunstverein, Viyana, Mekan68, Viyana, Krokus Gallery, Bratislava, KunstBüro, Viyana ve Sanatorium, İstanbul, Kunstraum D21, Leipzig gibi çeşitli uluslararası mekanlarda da karma sergilere katıldı. Yılmaz, bianet’in sorularını yanıtladı.
Amaç hikâyenin tanığı haline getirmek
“Daima İleri” sergisi ne anlatıyor?
Sergi, sonsuz büyümeyi hedefleyen ekonomi modelimize ve bu modele kendini yakın bulan kültür politikaları ile tarih yazımına yönelik kuşku ve huzursuzluğumu yansıtan son dönem resimlerimi bir araya getiriyor.
Niceliksel herhangi bir gelişme, ne demokratik ne de ekolojik olabilir. Buna rağmen hiçbir sosyal etiği olmayan ekonomilerin büyümesi vatandaşlara bir gelişme olarak anlatılıyor. Tarih sanki sürekli ileri gidiyormuş gibi bunun üzerinden ilkel ve medeni dediklerimiz bir zaman şemasına kolaylıkla oturtuluyor. Teknoloji ölçüt alınarak kültür ürünleri, geleneksel ve güncel olarak etiketleniyor.
Sergideki eserler, kendine has birer görsel anlatıyı barındırmasına rağmen, birbirlerine anlatı üzerinden değil, ifade üzerinden bağlanıyor. Nitekim nihai amacım bir düşünceyi ya da hikâyeyi illüstre etmek değil, görsel bir dil yaratmak ve izleyiciyi bu dil aracılığıyla hikâyenin tanığı haline getirmek. Bunu yaparken sanatçının, tasvirin ve sanat dünyasının dürüstlüğünün nerede başlayıp nerede bittiğini hem kendime hem de izleyiciye sürekli soruyorum.
Acınası bir absürtlük
“Daima İleri”yi hangi sergiler takip edecek?
Solo sergim “Always Forward/Daima İleri”yi takiben Mart’ta Galeri PSM Berlin’de bir solo sergim olacak ancak ismi henüz belli değil. Planda olan son solo sergim de galeri Harkavik New York’ta. Sonrasında bu sergi galerinin Los Angeles’taki şubesinde yeniden açılacak. Solo sergiler dışında Eylül 2023 Vinaya ve Venedik’te planlanan iki duo sergi projesi var. Bunlardan biri Türkiye’den sevgili Pınar Öğrenci ile birlikte. Diğeri henüz netleşmedi.
Bu bahsi geçen sergiler hangi konular etrafında şekilleniyor?
Ekonominin, sürekli gelişmesi gerektiğini, duraklamanın geriye gitmek anlamına geldiğini hepimiz biliyoruz. Planlanan, kapitalist ya da komünist, sürekli büyümesi gereken bir ekonomik model. Aslında ekonomi, fütursuz bir gelişimin ne demokratik ne de ekolojik olabileceğini göstermek için iyi bir alan.
Ekonomi gibi kültür politikaları ve tarih yazımında da böyle kaba bir ilerleme anlayışı var. İstanbul’da gösterilecek işlerin tek tek ayrı hikâyeleri olsa da hepsinin genel olarak, böyle bir ilerleme inancına karşı duyduğum şüphenin esinleri olduğunu söyleyebilirim.
Berlin sergisinin ismini henüz koymadım ancak başlangıç noktam son günlerin popüler teması iklim krizi. Soyut resme duyduğum ilgi ve figür olarak insan bedeninden uzaklaşma isteğim bu sergideki yapıtları şekillendirdi. İklim krizi çok ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor ancak işlerimde ne bu aciliyeti betimliyorum ne de izleyiciye pedagojik yaklaşıyorum. Fırçamı bu krizi yönetenlere çeviriyorum.
Sayelerinde acınası bir absürtlük yaşıyoruz. Bu sergide birçok resimde bulunan kardan adam, eriyen zavallı kilolu beyaz adam olarak betimleniyor.
“Burping Nightingale/Geğiren Bülbül” adlı New York sergisindeyse daha içe dönük, bir sanatçı olarak dünyadaki yerimi sorgulayan bir manzara sunuyorum. İlham kaynağım Emil Cioran’dan bir cümleydi: “Melankolisiz bir dünyada bülbüller geğirirdi” diyor. Pedagojik bir aktivizme ağırlık veren günümüz sanat ortamında işlevsizleşen ya da gelenek ve piyasa içinde kitsch’leşen (Türkiye’de arabeskleşen de diyebiliriz) melankolik hâl, bu sergideki koltuk değneğim. Batı ve ben, resim ve ben, zaman ve ben gibi ikilikler üzerinden ilerliyorum.
Duygu yoğunluğu temaları belirliyor
Sergilerinizin ismi dikkat çekici; temalarınızı nasıl belirliyorsunuz?
Aslında temalarımı gündemler değil, gündemler karşısındaki duygu yoğunluğum belirliyor. Ancak içeriği resim yapmaya başlamadan önce belirlemiyorum. Bir sanatçı olarak algılarınız açık dolaşırsınız ve her an biriktirirsiniz, bilinçli ya da bilinçsiz, bu birikimleri kısmen de olsa bilinç seviyesine taşımak ve görselleştirmek için bir disiplin geliştirmeniz gerekiyor.
Yine de gündelik hayatın olağan akışı içinde duygularımı tetikleyen malzemeler var. Gazete haber ve görselleri gibi, gördüğüm sanat yapıtları ya da karikatür, porno ve çizgi filmler gibi. Özetle temalarımı belirleyen gerçeklik karşısında oluşan duygu yoğunluğumdur.
Sanatla ve özelde resimlerinizle ilişkiniz hakkında neler söylersiniz?
Ressam olmama rağmen, resim kanonuna karşı belli bir saygısızlıkla yaklaşarak, onu kullanıyorum veya düzenliyorum, aynı şekilde benliğime ve onun inşasına karşı da belli bir saygısızlık içindeyim.
Her ikisini de sık sık parçalara ayırıp, yeniden birleştiriyorum. Anlatıcı/hikâyeciyim ama resmim bir illüstrasyon olsun istemiyorum, soyut ve figüratif resmin bir karışımıyım. Yüzeyi umursamazca ve hızla boyamak istiyorum ama aynı zamanda da hesap kitap yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Fırça izi, bir leke sanki bir rüzgarla gelmiş ve en doğru yere cuk diye oturmuş olsun istiyorum. Güzel olsun istiyorum ama netsizlik, itici renkler, hafif bir ucuzluk da taşısın istiyorum. İyi resim tek başına yeterlidir, en konsantre sanat formudur diyorum ama duvarlara resimleri asmakla da tatmin olmuyor, çoğu zaman galeride bir mekan yaratma ihtiyacı duyuyorum. Mitlerden ve sanat tarihinden yararlanıp zamanlar üstü bir iş yapmak ama güncel politiği de yakalamak istiyorum. Öznel ve toplumsal olmak istiyorum.
Anlayacağın, hep bir çelişki içindeyim, birçokları için bir tutarsızlık olarak görünen şey bana zenginlik gibi görünebiliyor. Ama en değişmez ilke zevk alarak çalışmak. Sonu belli olan bir resme başlamam, sıkan ve yoran işi tamamlamam, işte özgürlük burada!
Hikâyeciliğe dışarıdan bakmak
Avusturya’da bir yabancı olmak size neler kattı?
Avusturya’da okuduğum ve şimdi de çalıştığım akademi iyi bir okul. Kendi kırmızı çizgileri olmakla birlikte sosyo-politik olarak aktif, toplumsal olarak dezavantajlı birey ve grupları destekleyen entelektüel bir kurum. Birçok farklı hatta kimi zaman birbirine zıt profesör/sanatçı pozisyonlarını barındırıyor.
Dolayısıyla benim için çok ufuk açıcıydı. Geldiğim coğrafyadan miras aldığım hikâyeciliğime dışarıdan bakmamı sağladı. Kendi ülkemde hatta kendi aile ortamında bile bir yabancı gibi hissediyordum, bu konuda değişen çok bir şey olmadı. Hâlâ yabancıyım ve yabancı düşmanlığından mustarip olduğum kadar yabancı olmanın özgürleştirici yanının da tadını çıkarıyorum. Bilirsiniz bizler sanatın her zaman muhalif olduğu inancını taşırız. Bu Türkiye’de katıksız böyledir, insanlar ciddi bedeller ödeyebilirler. Ancak Avrupa’da muhalif olmanın, daha çok pozisyonunuzu korumaya yönelik bir networking olduğunu anladım.